Ekonomi Balığı Nasıl Tutulur?


Balık Tutmasını Ögretmek

Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,
Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.

Bir kez ürün verir ekersen tohum,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir
Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.

Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,
Öğretirsen balık tutmasını, hep doyar karnı.


Toplumumuzun en güzel niteliklerinden bildiğimiz yardımseverliğinin, bir siyasi yemleme aracı olan yiyecek paketi dağıtma icadı ile harman olduğu şu günlerde bu şiiri itina ile incelemekte yarar var.
Çünkü, “yardımseverlik” ile “yemleme” işleri birbirinden çok farklı ve son zamanda ikincisi diğerinin yerine kullanılabiliyor.

Oldukça bilinen bu Çin şiirinden genel olarak algılanan, insanlara her gün yardım etmek yerine onların üretici olmalarını böylece bir günlerini kurtarmak yerine onların hayat boyu kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlamak daha doğrudur gibi bir öneri.
Aslında biraz zorlar ya da işe şeytan baktığı tarafından bakarsak, sözün Makyavel’in “Prens”inde olduğu gibi söylendiğini düşünerek tam tersi bir yorum da çıkarabiliriz:
Olur ya, tebaasını beslemekten bıkmış olan pinti bir Çin imparatoruna ozanımız “bunları her gün balıkla besleyeceğine balık tutmasını öğret de bu tembellikten kurtulsunlar, biraz da kendi ayakları üzerinde durmaya alışsınlar” demiş de olabilir.
Bakın, sevgili dostumuz ve Türkiye’mizin başarılı valilerinden Ali Haydar Öner (Isparta) de sözlere farklı bir yorum getiriyor.
Sayın Vali Öner, ilinde kadınlara verilen mikro krediler sırasında diyor ki: “Yoksula balık vermek yerine tutmasını öğretmek eksik bir söz. Balık tutabilmesi için kayık, ağ, serpme, olta, iğne lazım.
İşte bu kredi balık tutmanın imkânlarını sağlıyor.”

Çok doğru. İnsanlara sadece balığın nasıl tutulacağını öğretmek yetmiyor. Bu aynen cep harçlığıyla kitapçıdan “Nasıl zengin olunur” gibi adlar altında satılan kitaplardan alıp ardından zenginlik hayallerine dalan yeni yetmelerin işine benziyor. İnsanlar işe balık tutarak başlayacak olsalar bile yine de onlara ufak bir sermaye vermek gerekiyor.

Mademki üç bin yıllık söze bu gün bile katkıda bulunulabiliyor, konuyu biz de biraz ilerletelim:

Ekonomi denizinin balığı tabii ki en azından biraz bilgi ve biraz sermaye olmadan tutulmaz ama, bu günün ekonomisi açısından bakıldığında, insanların bu işin başka yönlerini de bilmelerinde yarar var.
Nedir bunlar:
Çin esprisi ile ama bu günün ekonomik yapısını göz önünde tutarak devam edersek, ekonomi denizinde esen rüzgârları, kayalıklardaki deniz fenerlerini, sığınılacak limanları, denizi kökünden tarayan büyük trolcüleri ve hatta balıkçı halinin kurallarını bilmeden ve bu kurallara göğüs germeden yapılacak balıkçılıkla fazla bir yere varılamaz.
Bundan sonrasını daha açık söyleyelim: Bir ülkenin geniş halk kesimleri işsizlikten bitap düşmüş, tüketici kredilerine batmış, çevresinde borç verecek kimseleri bile azalmış durumdaysa -ki buna ufak esnaf ve çiftçi de dâhildir- kendilerine verilecek ufak tefek kredilerle yeni bir iş kuramaz, ancak hala bile bile yüksek tutulan kredi kartlarının borcunu, ha bir de eşten dosttan “elden” aldığı ufak tefek borçlarını kapatırlar.
Çünkü kendileri işe “sıfır”dan değil “eksi”den başlarlar. Bu durum, verilen ufak krediyle işin yürümemesinin birinci nedenidir. Çünkü önerilen modellerin hiç birinde o verilen ufak sermayelerin öncelikle birikmiş borçları kapatmada kullanılması gibi bir öngörü yoktur.
İkinci ve en önemli neden ise şu: Ufak sermayelerle yapılan işlerin randımanı olmadığı gibi, o ürünlerden hiç birinin geniş bir alıcı kitlesi de yoktur. Yani bu tür işlerle üretilen mal ya da hizmetin çeşidi de alıcısı da belli sayıdadır.

Gelin isterseniz bir hesap yapalım:
Şunu baştan bilelim ki, bizim sorunumuz bu yolla beş on fakire geçim sağlamak değil, sayıları en azından birkaç milyonu geçen insanlara topluca çözüm getirecek modeli bulmaktır.
Aksi olsaydı, toplumsal duyarlılığımızla bunları kolayca çözer, o birkaç fakiri kolayca abad ederdik.

Diyelim ki bir yerlerden fonlar sağladık ve bu insanların “tam bir milyon kişisine” kefilsiz, ipoteksiz olarak adam başı 700 lira kredi verdik ve “haydi şimdi kendi işlerinizi kurun ve kimseye mahkûm olmayın” dedik.
Varsayalım ki, bunların daha önce hiçbir gelirleri yoktu ve ihtimal vermek zor ama, borçları da yoktu!
Şimdi bir bakalım, bunlar hangi yapılmayan işleri yapabilir, bu yapılan işleri kimlere satıp para kazanabilir…

İlk araştırmayı İnternette yaptığımda enteresandır, mikro kredi ile kendi işini kurma haberlerinin tamamı sadece herkesin bildiği iktidar yanlısı gazetelerde yayınlanmış. Kurulan işlerin neler olduğu hakkında ise genel bir bilgi bulamadım.
Mikro kredi ile ilgili olan sadece bir haberde, “evlerde yapılacak topraksız tarımla, topraklı tarımdan on kat daha verimli sebze yetiştirilebileceğinden” söz ediliyordu.
Bu haberi gerçekçi bulanlar deneyip arka balkonlarında tarım işletmelerini kurabilirler (!)

Olabilir, muhalif gazeteler bunu çekememişler ve yapılabilecek diğer işlere yer vermemişlerdir deyip düşünelim bakalım başka neler olabilir?
Ya da siz olsaydınız ne yapardınız?

Evde kurabiye yapıp çarşıda oğlana sattırsalar ortalık kurabiyeciden geçilmez.
Evde çorap örüp pazarda sattırsalar, Pazar çoraptan geçilmez. Üstelik yün çorap giyen yok gibi.
Dantel işleyip satsalar, danteller örülene kadar kredinin anapara ödemesi gelir çatar.
Çocuğa durakta su, otobüs bileti sattırsalar duraklar çocuk almaz, belediye kovalar.
Ayakkabı boyasalar bu parasızlıkta kaç kişi boyatır ki?.
İncik boncuk satsalar, her yerde tezgahı var, kimse karnını doyuramıyor.

Uzatmayalım, acaba gerçekte böyle kaç çeşit iş vardır ve her biri kaç kişiye karın doyurur?
Bana göre bu günün ekonomi denizinde hiçbir biçimde böyle balık tutulmaz, tutulsa da karın doyuramaz.

Üç beş fakire tamam dedik ama bir ülkenin sadece işsizi 6 milyonsa, “ben aslında çalışıyorum” diyenlerin bile on milyonu yoksulluk sınırının altındaysa, bunlara saksıda domates yetiştirerek tarım işletmeciliği ve benzeri işler önermek kadar çağdışı demeyelim ama besbelli ki üç bin yıl öncesinin modelini önerip işin içinden sıyrılmaya (!) çalışanlara acaba ne demeli?
Bu çağın ekonomisinde öğrenilmesi gereken artık balığın nasıl tutulacağı değil, o balıkların yaşadığı denizdeki global gel-gitlerin neleri getirip neleri götürdüğü, hangi liskelelere kimlerin gemilerinin bağlanabildiği, balığa çıkanların hangi siyasi rüzgârlara dikkat etmesi gerektiği, kocaman kocaman trolcü motorlarının o denizin dibini nasıl tarayıp tahrip ettiği gibi daha farklı şeylerdir.
Ha, balığa çıkanların artık bir şeyi de kendi kendilerine idrak etmeleri gerekir:

Asıl balıkçıların avlandığı denizler çok büyük, o ekonomi denizinde kendilerine önerilen balıkçı kayıkları adeta bir ceviz kabuğu kadar küçük kalacaktır.
Bu denizde o tekneye sakın ola binmeyin, balık tutamazsınız, hele hele hiç açılmayın, maazallah boğulursunuz.