Con Ahmetin motoru ne zaman bedava döner ?


 

“Con Ahmet’in devri daim motoru”nun ne olduğunu yaşı kemale ermiş olanlar iyi kötü işitmiştir de, şimdiki gençler pek bilemeyebilirler.
Kısaca herhangibir enerji sarf etmeden kendi kendine devamlı dönen çark diye tanımlanabilir.
Bu işi bedavaya getiren buluş (!) o günden bu yana bedavadan üretim diyebileceğimiz pek çok modeli eleştirmede örnek gösterilmiştir.
Con Ahmet’in devri daim makinesi, üretmek için hiçbir şeye gerek duymaz.
Kendi kendine “döner durur”
Siz de bundan bir şeyler üretileceğini beklerken “bakar durursunuz”

Türkiye’nin ekonomi politikası da ne yazık ki Con Ahmet’in devri daim makinesi işine döndü.

Türkiye Cumhuriyetinin, bu ülkenin yetiştirdiği insanlarının fabrikaları, atölyeleri günden güne kapanır ve piyasada onların yerlerine yabancı sermayenin işletmeleri geçerken ne yazık ki birileri bizi adeta Con Ahmet’in devri daim makinesi modeliyle avutmaya çalışıyor.
Şüphesiz öne sürülen bu devri daim işinden bir şey üremeyecek ama böylece geçirilen zaman içinde Türkiye ekonomisi giderek yabancıların ve onlardan koparabildikleri paylar ölçüsünde yerli işbirlikçilerinin eline geçecek.

***
Bir ülkenin gelir dağılımı giderek daha da çarpılırken yani orta sınıfta denen insanların önemli bir kısmı yoksullaşıp, üst gelir grupları daha da palazlanırken, bu gidişi fark etmesinler diye insanların beynine bir yalan pompalanır: “Bakın ne biçim kalkınıyoruz…”
Bunun için "şehadet parmaklarını", çarpılan ekonomide giderek palazlananların somut kalkınmalarına, yükselen hipermarketlere, çok yıldızlı otellere, birbirleriyle yarışan gökdelenlere, uzay arabası görünümlü ama içindeki üç yüz kişiyle insan konservesi gibi ıkına sıkına giden metrobüslere doğru tutup “bakın bunlar yükselen Türkiye’nin göstergeleridir, söyleyin bakalım bunlar kimin zamanında oldu derler.

Ekonomide ülke insanlarının yararına, gerçekçi bir devri daim ihtiyacı vardır.
İnsan bir an için boş bulununca bazen anlatılan devri daim hikayelerine de inananabilir.
Peki gerçek bu mudur? Con Ahmet’inkini anladık da, Türkiye ekonomisinin devri daim makinesi yeni yatırımlar yapılması bir yana, var olan fabrikaları kapanırken, çalışan insanlarımız kapının önüne konurken, emeklileri sefalete terk edilirken bir şeyler üretiyor olabilir mi?

Gelin bu konu daha kolay anlaşılsın diye işi basitleştirelim ve ekonominin sadece "ekmek" ürettiğini, insanların da sadece "ekmek" tükettiğini kabul edelim. Zaten bütün işletmeler birer ekmek teknesi, insanların bütün derdi evine ekmek götürebilmek değil midir?

Şimdi böyle bir ekonomide eğer yerli fırınlar teker teker kapanırken bir yabancı gelip büyükçe bir ekmek fabrikası kurar, üstüne üstlük piyasaya pandispanya gibi nefis ekmekler de sunarsa, o fabrikaya bakıp bakıp “amma da kalkındık ha” diyebilir misiniz?

Haydi gaza gelip, “eskiden pandispanya mı vardı” diye de beğeninizi ileri sürdünüz O ekmek fabrikasının yabancı patronu “ Ben bu fabrikayı babamın hayrına mı kurdum, buranın kazancı artık benim memleketimdeki ortakları tatmin etmiyor, yarından itibaren ekmeğin fiyatını yükselttim” dese, sonra da sizin çaresiz bakışlarınız arasında daha fazla kazanıp artan kazancını kendi memleketinde yese, acaba yine de “amma kalkındık” diyebilir misiniz?

Con Ahmet belki iyi niyetle böyle bir makineyi icat etmeye kalkmış, insanları kendisiyle alay ettirmiştir ama O Con Ahmet bu yanlışıyla istemeden de olsa bir şeyin iyi bilinmesine hizmet etmiştir: Ekonomi makinesi, kendi kendine bir şey üretemez, zenginlik havadan gelmez!

Bu gün satılan araziler, binalar yerinden sökülüp bir yerlere götürülmemekte ama ne yazık ki Türkiye’nin ekonomisi adım adım yabancıların eline geçmektedir.
Sizin konfeksiyoncunuz Bulgaristan’a yatırım yaptığı zaman nasıl ki kazancını bir süre sonra Türkiye’ye getirecekse, bizim ekonomideki yabancı patron da, Türkiye’de kazandığını kendi memleketine götürecek demektir.

Türkiye’de kazanılan yine Türkiye’de harcanmadıkça bu ekonomi her zaman kan kaybeder, kaynakları dışarıya akar, esnafı ve halkı da öylece televizyonlardaki bilinçli olarak gösterilen göz boyama programlarına bakar ha bakar…

Türkiye’nin nüfusu, genç ve dinamik bir nüfustur. Genç ve dinamik nüfus, hem üretebilen hem tüketme isteği olan nüfustur. Yabancıların Türkiye pazarını kapma gayretleri, devlet hükümet adamlarımızın koluna girmeleri hep bundandır. Bu gösterişler kimseyi rehavete sokmamalı, bunlar bizi ne kadar da seviyormuş, bak evlerine bile davet ediyorlar dedirtmemelidir. Dış politikanın çok temel bir kuralı vardır o da şudur:

Devletlerarası ilişkilerde dostluk ya da düşmanlık yok, sadece ülkelerin çıkarları vardır.
Bunların salt dostluk olmadığını çok iyi bilmemiz lazım: “Sizi Avrupa Birliğine alamayız, hayal kurmayın” dediklerini duymayanımız kaldı mı?.
Çıkar meselesine gelince bırakın çok ince diplomatik konuları, bakın borsaya: memleket ekonomisi ne kadar kötüye giderse bizim borsa o kadar yükselmiyor mu?

“Nasıl yani?” diyenler için açalım: Hani o bir inip bir çıkan borsamız var ya, orada işlem yapanların yüzde seksene yakını yabancılardır. Buna karşılık her gün alınıp satılanlar Türkiye’deki şirketler yani bizim üretim ve pazarlama şirketlerimizdir. Bunlar ne yazık ki bizim gözümüzde değil ama onların gözünde adeta Cumhuriyet altını gibi değerlidir.
Çünkü onlar Türkiye ekonomisinin temel taşlarıdır.

Nasıl ki Cumhuriyet altınını beş kuruş ucuza bulduğunuzda mutlaka kazanacağınızı bilerek adeta kaparsanız, yabancılar da, ekonomi kötüledikçe aman bunların fiyatı düştü diye üzerine atlar ve kapmaya çalışırlar ve borsayı yükseltirler.

Dikkat edin, Türkiye’de ekonomi kötüledikçe borsa yükselir, borsa yükseldikçe ne yazık ki bizden birileri “işte ekonomi krizi aşıyor, ekonomi giderek yükseliyor..” der.

Yükselen, Türkiye ekonomisi üzerindeki yabancı –ki ona global de diyorlar- patronluğudur.
Çünkü Türkiye ekonomisi kötüye gittikçe hükümetin direnci düşer, yabancıların bu pazara hakim olabilme şansları artar.

Ah Con Ahmet ah, biliyorum iyi niyetliydin, ama keşke sen bu iş için biraz daha çalışsaydın, o devri daim makinesi gerçekten hiçbir şey yapmadan kendi kendine bir şeyler üretebilseydi de, ekonomiyi senin makinenin prensibiyle yöneten büyüklerimizin ileride yine senin gibi birer "mahcubiyet abidesi" haline geleceğini düşünmeseydik.