İdare-i maslahat ve beklenen ıslahat

 

İdare-i maslahat”, şimdilerde pek fazla kullanılmayan, dolayısıyla çoğu kimse tarafından da pek anlaşılmayan bir söz.

Günlük işlerin idaresi, gündelik işlerle uğraşmak ya da bir işi gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapmak diye tanımlanabilir.
Hani bizim argomuzda da yer alan “salla başını al maaşını” felsefesi gibi bir şey.
Söz asıl ününü Atatürk’ten alıyor.
Büyük devrimci, “idare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar” diyor.
Çok doğru.
Hayat felsefeleri sadece günlük işini yapmak, gerisine karışmayıp keyif çatmak olanlar neden her şeyi değiştirmek, yanlışını bilse de kurulu düzene karşı çıkmak gibi bir işe kalksınlar ki? Hayatlarının gidişinden memnunlarsa, sadece kendi işlerini yapmak ve “ne etliye ne sütlüye” karışmadan gününü geçirmek varken o rahatı bozmanın, toplumsal idealler peşinde koşarak kişisel çıkarları riske atmanın anlamı olabilir mi?
Hele bir de söz konusu olan “esaslı devrim” ise bir idare-i maslahatçının niye umurunda olabilir ki? Bunun için insanın ya çok idealist ya da bu durumdan çok rahatsız olması lazım.
Sanırım toplumların hayatındaki “esaslı devrim” diyebileceğimiz büyük değişiklikler ve yenilikler de ancak mevcut durumdan çok rahatsız olan geniş kitleler ile bazı idealistlerin bir araya gelerek harekete geçmesiyle oluyor.
O zaman gelin, buradan yola çıkarak bu gün ülkenin yaşadığı çok önemli ekonomik sorunların nasıl çözülebileceği konusunda bir yaklaşımda bulunmaya çalışalım.
***
Günümüzde konomimizin en önemli sorunu tabii ki işletmelerin yavaş yavaş kapanması, biraz irice olanların el değiştirip yabancıların eline geçmesi ve çalışan insanların kitleler halinde işsiz kalmalarıdır.
Acaba böyle bir durumda yani ekonomi kötüye giderken bu gidişten hiç etkilenmeyen, aksine daha da palazlanan ve sırtını onlara dayamış olan kesimin idare-i maslahatçılığı bırakıp devrim niteliğinde değişiklikler yapmaya kalkması beklenebilir mi?
Tabii ki asla!
Ama ne yazık ki, kötüye giden işlerden dolayı sürekli kaybeden “geniş kitleler” düştükleri kötü durumun bir gün gelip düzeltilmesini büyük bir saflıkla yine bu idare-i maslahatçılardan beklerler.

Bir şeyleri kökten değiştirip ideal olana varmanın en büyük açmazı da buradadır. Size lazım olan, yapacaklarınıza destek verecek geniş kitle ne yazık ki gözünü ve kulağını her nedense o idare-i maslahatçılara çevirmiştir.
Oysa kötüye giden ekonomik yapıya vurulacak ciddi bir neşterle öncelikle suyun başındakilerin ve bunu bilmesine rağmen idare-i maslahat edenlerin düzeni bozulacak, rahatları kaçacak değil midir?
O halde niye kendi bindikleri dalı kesmeleri beklenir ki?

Hatta böyle bir durum gündeme gelecek olsa, o kişisel keyfine düşkün idare-i maslahatçılar bile rahatları bozulacağı için derhal olayın bilincinde olmayan geniş kitleleri arkalarına alarak her “esaslı islahat” girişimine taş koymaya ve karşı çıkmaya çalışmazlar mı?
İşin bir başka ve daha acıklı cephesi, ne yazık ki aslında işin içyüzünü çok iyi bilen ama kişisel çıkarları dolayısıyla kötü gidişe alkış tutan, aydın diyemeyeceğimiz ama ne yazık ki toplumda aydın diye itibar edilen çıkarcı ve yanlışı savunmada daha etkili olabilen bir kısım taraftarlardır.

Böyle bir sosyal tabloda esaslı ıslahatı içtenlikle isteyen insanlar acaba ne yapmalıdırlar?

Bize göre yapılması gereken en önemli şey, daha işin başında ayrıntıya boğulmadan birlik içinde hareket etmektir.
***
Entelektüellerin herkeste görülebilen kişisel çekişmeleri bir yana bırakıldığında en önemli özellikleri, karşı cephedekilerin tam tersine, ayrıntılara meraklı olmalarıdır. O ayrıntılardan dolayıdır ki sonunda yapılacak işler tartışılmaktan çıkıp bir türlü uygulamaya geçilemez. Belki bir şekilde geçildiğinde de zaman kaybı ve ayrıntıdaki tezatları dolayısıyla olması gereken gücün ancak bir kısmı kullanılabilir.
“Şeytan ayrıntılarda gizlenir” sözü acaba bunun için mi söylenmiştir?
Karşı cephenin içimize kadar soktuğu şeytan, bizim ayrıntı merakımızda mı saklanmaktadır?
Başarıya ilk büyük engel acaba bu ayrıntılar mıdır?
Önümüzde yapılması gereken çok şeyler olduğu halde bir türlü hareket edilemezken bunları düşündüm.
Oysa kötü günlere doğru akıp giden ekonominin ve dolayısıyla ülkenin idare-i maslahatçılarının üzerinde hiç tartışmadıkları, birbirine düşmedikleri ve zahmetine bile girmedikleri felsefeleri ne kadar yalın:
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!”
Aman dostlar, ayrıntılarla uğraşmayalım bırakmayalım yapamasınlar, sıkı durun geçemesinler!