Bizdeki siyasette neden namussuzlar daha cesaretli?


İnsanlar ayıplıyor, kanun yasaktır diyor.
Bir bakıyorsunuz adam sanki kendi bahçesinden gül devşirir gibi gayet rahat…
Hiç bir şeyden çekinmiyor, hiçbir şeyden korkmuyor.
Her türlü yolsuzluğu, namussuzluğu fütursuzca yapabiliyor.

Peki nasıl olabilir bu?
Sistemde yanlış mı var?

Kanunlar böyle yolsuzluklara, usulsüzlüklere izin verebilir mi?
Tabii vermez, ama aykırılığı kim ileri sürecek?
İktidar partisine yarıyorsa hükümet bunda pek sorun görmüyor.
Ya görmezden geliyor, ya işi sallıyor.
Hatta Tunceli’de kış günü köylüye buzdolabı dağıtan vali olayında olduğu gibi bazen yapanı korumaya bile alıyor.
Dahası, yapmayanlara da yapsınlar diye dolaylı yoldan gaz veriyor.
***
Türkiye’de ne yazık ki siyasetin finansmanında büyük ölçüde usulsüz harcamalar, yolsuzluklardan edinilmiş paralar var.
Bu paralar yine ne yazık ki kendini besleyen türden siyasetin ve siyasetçilerin finansmanında kullanılıyor.
Sırf bu yüzden siyaset bizde pahalı bir uğraş haline gelmiş.
Herhangi bir üstün niteliği, yeteneği ya da siyasi emeği dolayısıyla siyasette olanları ayrı tutarsak, adayların önemli kısmı siyasetin bu zaafını kullanarak kendine yer bulmaya çalışıyor.

Kaçakçılıkla, yolsuzlukla, rüşvetle edinildiği bilinen servetin bile kimilerince siyasi destek olarak kabul edilmesi, sonuçta onu kabul eden siyasi kadroların bu olaya daha “esnek” bakmasına yol açıyor.

Nedir bu esneklik?
“Bizim partiden ise sesimizi çıkarmayalım, öbürlerindense üzerine gidelim!”
İşin kötüsü, kendi partisinden bu esnekliği gören bu tür siyasetçi, artık ortada sorun görmediği için seçildikten sonra kendinde daha da büyük yolsuzluklar yapma cesaretini buluyor.
Giderek de, mayasında yolsuzluk olan o siyasi güç; daha büyük yolsuzluklara cesaret etmenin başlangıç sermayesi oluyor ve bu iş adeta bir kartopu gibi büyüyor.
***
Siyasetin bir şekilde pahalı olmayan, çok para harcamadan da yapılabilir bir uğraş haline getirilmesi acaba bu işi çözebilir ve yolsuzluklardan arındırabilir mi?

Kuşkusuz, en azından seçimlerde çok rahat para harcayanla harcayamayan arasında az çok denge kuracağı için yararı olabilir.
Bunun için yapılacak olan; siyasi partilerin yasal kaynakları fazla bile olsa bu tür “harcamalarını” kısmaktır.

Eğer bir siyasi parti seçimde daha etkin olabilmek için seçmenine yapacaklarını anlatmak yerine ona bir biçimde “para”, “yiyecek”, “kullanım eşyası” veriyorsa ve bu konuda ne sınır ne de kural tanınmıyorsa açıkça bellidir ki, bu seçmene verilmiş bir “seçim rüşveti”dir.

Siyaset iktidar olma sanatı olduğuna göre, bir partinin bu yola girmesi ister istemez karşısındaki partileri de aynı yarışa özendirecektir.

Seçim rüşveti” dağıtılmasında iktidarlar, ellerindeki imkânlar dolayısıyla bunu daha kolay yapabilecek durumdadır. Bir taraftan ellerindeki kamu imkânlarını seferber ederken bir taraftan da iktidarla işi olan, iktidara hoş görünerek işini halletmek isteyenler kolayca bu işe seferber olabileceklerdir.

Bu yarışın ucu açık olursa, “kim ne kadar yapabiliyorsa yapsın” karışmıyoruz deniyorsa, işin doğası gereği burada her zaman iktidar partilerinin öne çıkacağı, her zaman muhalefeti aşacağı açık bir gerçektir.
Çünkü muhalefetin gücü en fazla, yasanın verdiği ile örgütünün cebinden çıkabilecek olan kadardır.
O zaman, bu sonucu belli yarış niye siyasetin olağan uygulamalarından sayılmaktadır?
Niye bu yanlış kulvara şiddetle karşı çıkılmamakta, anlamsız bir inatlaşma duygusuyla aynı kulvarda yarışmaya rıza gösterilmektedir?
Bu durum, hem kaybettiren hem de siyasete yolsuzluğu ve usulsüzlüğü sokan önemli bir neden değil midir?
***
Yazdıklarımıza şüphesiz bazı itirazlar olacağına göre cevabını şimdiden verelim:
Partiye bağışların gerçekten dürüstçe kazanılmış servetten yapılıyor olması bile, o paraların bu tür kampanyalara kullanılmasını haklı çıkarmaz.

Seçimler, “seçmene hediye verme kampanyaları” değil, “yönetime gelindiğinde ne yapılacağının anlatıldığı kampanyalar”dır.

Bu mantıktan sapıldıkça, kimsenin “ben bu adayı beğenmedim” “niye falanca seçilmedi” deme şansı da olamayacaktır.
Çünkü yapılan her seçim bu haliyle iktidardaki “makarnacılar” ile muhalefetteki “makarnacılar”ın yarışması halinde geçecektir.
Tutun ki bu yarışı bir biçimde kazandınız, ekibinizden nasıl emin olacaksınız?

İsmet Paşa’nın “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur” sözü güzel sözdür ancak bu cesaretin nasıl gösterileceği, hangi ortamda gösterilebileceği de iyi düşünülmelidir.
Eğer siz bütün cesaretinizle doğruları anlatıyor ve savunuyorsanız, sizin anlattıklarınız rakiplerinizin “somut” seçim rüşvetleri karşısında “soyut” kalıyor ve günlük yaşama savaşı içindeki insanlar o farkı kolay kolay kavrayamıyorlarsa, bu cesaretiniz beklenen sonucu veremeyecektir.
O zaman cesaretle karşı çıkılacak ilk iş “makarnacılık” uygulaması olmalıdır.

Bu durum değiştirilebilir mi?
Değiştirilebilirliğini tartışmak mümkündür.
“Değişmez” diyenler de olacaktır.
Ama biline ki, nereden geldiği belli olmayan, kaynağı sorulmayan paralarla finanse edilen, seçmene makarna, para, eşya desteği biçimindeki kuraldışı yarışta avantaj her zaman için iktidar partilerindedir.

Bu yarışta öne çıkanların parasal kaynakları her zaman tartışmalı olacaktır.
Siyaset, her zaman bu makarnacı yarışta öne geçenlerin kullanabileceği fırsat olacaktır.
İster muhalefette iken hukuki mücadeleyle önü alınarak, ister iktidara gelindiğinde yasal düzenleme yaparak bu siyaseti ve siyaset ahlakını bozan uygulamalar bir biçimde önlenmedikçe; namussuzluk her zaman destek görecek, her zaman göstere göstere meydanlarda dolaşacak; üstelik, bununla mücadele etmesi gereken siyaseti de kendi  çukuruna çekmeye devam edecektir.

Kafanız çok karıştıysa, acaba diyorsanız şöyle bir etrafa bakın, bu “makarna” kampanyalarına en büyük destekler nerelerden gelmektedir;  yolsuzluk denince en fazla kimler akla gelmektedir?