Devletin IMF’e borcu azalırken
milletin borcu nasıl artar?


Başbakan diyor ki;
Biz IMF’ye olan borcumuzu azalttık”.
Kayıtlara bakalım acaba doğru mu?
Doğru, Hazine kayıtlarına baktığımızda AKP İktidarının başlangıcı olan 2002 yılı sonu itibariyle IMF’ye olan borç 22 milyar 086 milyon dolar iken, 2009 sonu itibariyle 7 milyar 958 milyon dolara inmiş.
Borcumuz aradan geçen yedi yılda tam 14 milyar 128 milyon dolar azalmış.

Sevinelim mi?
Kim sevinmez böyle bir habere...

Yeter ki, buradaki borcumuzu kapatırken başka yerlerden yeni borçlar almamış olalım;
Yeter ki, devletin bu borcu ödenirken milletin borcu artmamış olsun.

O zaman bu konuya da bir göz atalım ve neye sevineceğimizi, neye üzüleceğimizi daha net bir biçimde kararlaştıralım.
Bilgi kaynağımız yine devletin Hazine Müsteşarlığı kayıtları olsun.

***
Kamu’nun borçları azalmış mı?
Hayır azalmamış.
2002 yılı sonunda TC Merkez Bankasınınkiler dâhil kamu borçlarımız 86,5 milyar dolar iken
10,18 milyar dolar daha artmış ve;
2009 yılı sonunda, (IMF’ye olan borç azalmasına rağmen) toplamda 96,7 milyar dolara yükselmiş.

Yani “kamu” dediğimiz devlet çarkımız, yedi yıllık AKP iktidarı süresince kendi olağan gelirleriyle dönememiş.
Toplam dış borcunu arttırırken, kendisine borç verenlerden biri olan İMF’ye olan borcunu, koşullarının daha sıkı denetim gerektirmesi nedeniyle 14 milyar 128 milyon dolar kadar azaltmış.
Yani seninle pek anlaşamıyoruz, “Van minüt” denmiş.

Kolay anlaşılsın diye örnek verelim:
Hani, A bankasından aldığınız yeni borçla, sizi çok fazla didikleyen B Bankasına olan borcunuzu ödeyip, sonra da tek taraflı olarak “Bizim B Bankasına olan borçlarımız başarılı bir biçimde azalıyor” demek gibi bir şey.

***
Peki, ya Türkiye ekonomisinin borçları ne durumda?
Ona da bakalım:
Türkiye ekonomisi, AKP iktidarının başlangıcında, yani 2002 yılı sonunda toplam 129,5 milyar dolar olan dış borçlarını yüzde yüzden fazlasıyla 138,6 milyar dolar arttırarak 2009 yılı sonunda 268,1 milyar dolara çıkartmış.

***
Olsun,
Bu koca Türkiye ekonomisi için aman aman bir borç değil de denebilir.
O zaman bir iki yeni unsuru da ekleyelim yazımıza.

Devlet “özelleştirme” adı altında kimi kamu mallarını ve imtiyazlarını satmasaydı, yani eline başka kaynaklardan “taze para” geçmeseydi bu borçlar da yetmeyecek ve dış borçlarımız biraz daha fazla artacaktı kuşkusuz.

Ne ile ve ne kadar mı?
Birkaç tanesini sayalım:

Türk Telekom, Tüpraş, Erdemir, Petkim, Tekel…
Hepsi de bu milletin tüm Cumhuriyet dönemi boyunca çektiği sıkıntı, dişinden tırnağından arttırdığı paralar ve yaptığı fedakârlıklarla ortaya çıkmış olan bu devasa stratejik işletmelerin kısmen ya da tamamen 30,3 milyar dolara satılmasıyla!

Bir de parayla ölçülemeyecek olan konularımız var:
-Bu giderek borçlanan ekonomide; insanları önce yoksullaştırıp, gıda, kömür yardımına muhtaç edi,p sonra da onların yandaşlıklarını isteyerek yapılan yardım(!)lar dışında- devlet son yıllarda “sosyal devlet” olmaktan çıkarak vatandaşını piyasa koşullarına teslim etmiştir.

Okul, sağlık.. masrafları artmış;
Elektrik, su, belediye otobüsü fiyatları yükselmiş,
Tarım ve hayvancılıkta destekler kesilmiş,
Tüketim üzerinden alınan vergiler daha acımasız hale getirilmiştir.

Bunun sonucu: daha önce devletin sırtında olan hizmet yükünün vatandaşın sırtına bindirilmesi ve dolayısıyla devletin taşıması gereken bir kısım daha borcun doğrudan vatandaşın sırtına yüklenmesidir.
Tutun ki bu işlerden dolayı devletin sırtından yılda 20 milyar dolar indi, borçlar da bu kadar azaldı; bunun anlamı, inen 20 milyar doların bu kez vatandaşın sırtına binmesidir.

Nasıl binecek?
Yoldan çevirin birilerini, sorun “senin borcun var mı?” diye.
Var derse bilin ki onun sırtına binmiştir.
Tüketici kredileri, kredi kartı borçları, batışlar, yoksullaşmalar, intiharlar…
Bunların parasal değerini ölçmek mümkün değildir.
Ama her biri ödediğimiz büyük faturanın kalemleri arasındadır.

“İyi ama bizim dış borçlarımızın gayrı safi yurt içi hâsılaya (GSYH) oranı düşmüştür, bu başarıyı kim inkâr edebilir” diyenler de olabilir.

E kardeşim, bizim bu gayrı safi yurt içi hâsılamız 2007’de bir gecede yükselmiş ve kimsenin cebine beş kuruş para girmeden, kişi başına düşen payımız üç bin dolarlardan on bin dolarlara doğru yola çıkmamış mıydı?

Nüfus sayımızın bir öyle bir böyle olduğundan daha önce söz etmiştik, onu geçelim.
Doların Türk Lirası cinsinden ucuzlamasıyla dış borçlarımızın otomatik olarak azaldığını da bir kenara bırakalım…

Hesaplama tarzını “düzelttik” deyip GSYH rakamını %25 büyütürseniz;
2006’da 526 milyar dolar sandığımız milli gelirimiz 2007 sonunda fark ettik ki düzeltmeden de kaynaklanan 132 milyar dolar farkla 658 milyar dolara ulaşmış” derseniz, tabii ki bununla kıyaslanacak olan borç miktarımız da -gerçekte  “rakamsal” olarak bir dolarcık azalmasa bile- “oransal” olarak azalır ve 2002 sonunda yüzde 64,4 olan borç/milli gelir oranı 2009 sonunda 32,5’e düşer.

Eh, bir sabah uyandığımızdaki artış böyle olunca bu memleket yerinde durur mu?
Zıp zıp zıplar vallahi!

Derhal dünyanın en hızlı büyüyen ekonomileri arasına girdik ve şimdi de 16. büyük ekonomi oluyoruz.
Allah bu hesapları yapanlara zeval vermesin.
Sayelerinde borç oranı daha da düşük, rahatlıkla kredisini döndürebilir bir ekonomi sahibi oluyoruz.

Sadece laf canbazlığı değil, bir hayli de rakam canbazlığı…

Şimdi “Bizim IMF’ye borcumuz a-zal-mış-tııır!...” diye meydan meydan anlatanların bu borcu nasıl azalttığını(!),
Memlekette kimse kendinde bir değişiklik göremezken “milletçe” nasıl kalkınıp Dünya’da 16.sıralara terfi etmekte olduğumuzu biraz olsun anlatabildik mi?