Sosyal demokratlar
kimden medet ummamalı?


Bu günlerde içinde bulunduğumuz durum itibariyle Türkiye, ilk fırsatta sosyal demokrat politikalar güden bir döneme geçmek zorundadır.
Neden?
Çünkü piyasasının önemli bir kısmı yabancı sermayenin eline geçmiş, üretemeyen, gelir dağılımı çarpık bir ekonomide “sürekli olarak kaybederek” devam etmek mümkün değildir.
Doğrusu buna can dayanmaz.
Tabii ufak ufak paraya çevirdiğimiz milli servetimiz de.
***
İhtiyacımız nedir?
-Ülkenin, yabancı sermayenin sadece pazarı değil, üreten Türkiye olması.
-Ülkede yoksulluğun giderilmesi,
-Kepenk indirmelerin, işsizlikteki artışın durdurulması,
-Gelir dağılımındaki çarpıklığın düzeltilmesi,
-Doğu ile batı arasındaki gelişmişlik farkının ortadan kaldırılması,
-Milli gelirin kâğıt üzerinde değil, gerçek anlamda arttırılması,
-Stratejik kurum ve sektörlerin yabancılara kaptırılmaması,
-Devletin güçlü olması.

Bunlar; sanki çok matah bir şeymiş gibi bir “küresel ekonomi türküsü” tutturmuş, “yabancı sermaye olsun da içeride ne yaparsa yapsın, ne götürürse götürsün” diyen bir anlayışla gerçekleştirilebilir mi?
***
Gelin “empati” yapalım.
Kendimizi bir an için o yabancı sermayenin yerine koyalım:
Diyelim ki dünyanın herhangi bir yerinde, yöneticileri küresel sermayeden “fevkalade” yana olan bir ülke var.

Desinler ki, “Amanın bize yabancı sermaye gelsin de;  ister sadece hipermarketler açsın, ister bizim Telekom’umuzu alsın, ister madenlerimizi işletsin, isterse sigara ve içki sektörümüzün; ister çimento, isterse demir çelik sektörümüzün patronu olsun.

Bankalarımız onların olsun, hatta karayollarımızı verelim, köprülerimizi verelim çalıştırsınlar, biz bir yerden bir yere gidip geldikçe onlar para kazansın...
Kendilerine en büyük kolaylıkları gösterelim, ticaret kanunlarımızı istedikleri gibi çıkaralım, bir sorunları olursa Türk yargısı işe karışmasın, özel hakemlerle halletsinler, doğrudan başbakan devreye girsin, gerekirse kendilerine bedava arazi verelim, kazançlarından vergi bile almayalım.
Onlara bu memlekete gelirlerse ne kadar uygun koşullarda çalışacaklarını, ne çok para kazanabileceklerini tekrar tekrar anlatalım.

Siz o büyük yabancı sermaye olsanız, “burada ekmek var, iyi para kazanacağız galiba” deyip oraya gitmez misiniz?
Gidersiniz tabii.
Gittiğinizde, yukarıda o ülkenin ihtiyaçları arasında saydığımız istihdam, gelir dağılımı, bölgesel gelişmişlik ya da gelişememişlik farkları, yoksulluk, milli gelir artışı ve güçlü devlet ihtiyacı gibi konuları mı düşünür yoksa içinizden “biz buradan en kısa zamanda ne götürürüz diye mi geçirirsiniz?
Örneğin “Hayır bu işlerde bizim değil, öncelikle sizin çıkarlarınızı düşünürüz mü dersiniz?

Elbette demezsiniz.
Çünkü uluslar arası dolaşıma çıkacak kadar büyük olan sermaye gurupları hiçbir zaman gittiği ülkeye hayır hasenat olsun diye hareket etmez.
Çünkü bu işe para koymuş olan kendi ortakları kar payı bekler. 
Bu onun doğasına aykırıdır.
Yaparsa kendini bitirir

İşte Türkiye’deki uluslararası sermaye de aynen böyledir ve kendi dinamiklerini yok sayarak sizin derdinize derman olmaya kalkamaz.
Bu işin kınanacak tarafı da yoktur.
Balık suda yüzer, kuş havada uçar.
Yabancı sermaye de bir ülkeye sadece ve sadece para kazanmaya gelir.
***
Peki, ulusal sermayemiz her zaman derman olabilir mi?
Onlar da olamaz.
Bir kere sermaye her yerde ve her zaman sermaye olmanın mantığı içinde hareket etmek zorundadır.
Hele bu ulusal sermayemiz kendi sahasında yabancı sermaye ile bir arada yaşamak durumunda bırakılmışsa; ayakta kalabilmek için ya onunla kıyasıya rekabet edecek ve gücü yetmediği yerde paydos diyecek, ya da onun ortağı, dağıtıcısı, yan sanayicisi gibi bir rolü kabul etmek zorunda kalacaktır.

Diyelim ki bu taşeronluğu kendine yediremedi.
En iyi ihtimalle, bizim yerli sermayemiz de “bize buralarda yaşama şansı kalmadı” deyip kendini bir başka ülkeye atacak ve canını kurtarmaya çalışacaktır.

Nitekim atılmadı mı?
Örneğin 2007 yılında bizzat Türk İhracatçılar Merkezi (TİM) Başkanı,  tekstilcilerimizi Mısır’da 2 milyon metre karelik yer satın alıp burada kurulan bir serbest bölgeye taşımadı mı?
Hatta ihracatçılığı ile ünlü Devlet Bakanı Tüzmen de 170 işadamımızla buralara gezi düzenlemedi mi?
***
Dolayısıyla bu koşullarda yerli sermayenin de işi zordur ve ondan da hayır hasenat türünden bir şeyler geleceğine bel bağlamanın anlamı yoktur.

Demek ki, bir ülke ekonomisindeki zaafın ve ona bağlı olarak gelişen olumsuzlukların böylesi bir yapıdaki piyasa ekonomisi kuralları içinde ve küresel pazar koşullarında kendi kendine düzelme imkânı yoktur.

Dolayısıyla bu koşullara bazı müdahaleler olmadan; ne işsizliğin, ne yoksulluğun ve ne de sade vatandaşı doğrudan ilgilendiren diğer yaşamsal sorunların hayatın akışı içinde kendiliğinden çözülme şansı yoktur.
***
Peki, ya durum gerçekten esaslı bir düzeltme gerektiriyorsa ve durup durup “Ne olacak bu memleketin hali” diyorsanız?
Acaba böyle bir ekonomiyi, kendi kadroları ve taraftarları eliyle düzeltme imkânı olabilir mi?
Uluslararası sermayenin “öz” kurum ya da kuruluşlarından, onların  “güzide elemanlarından”, “bizdeki temsilcilerinden”, “oralarda yetişmiş ve göze girmiş yöneticilerinden” böyle bir şey yapmaları beklenebilir mi?

Bizce beklenemez.

Bu devletin kurucusu ve büyük devlet adamı Atatürk; “İdare-i maslahatçılar esaslı ıslahat yapamazlar” derken, böylesi işlerin “yürüyen düzenin uygulamacıları”  eliyle düzeltilemeyeceğinin altını ne de güzel çizmiş…
***
Şimdi gelelim sonuca.

Yeniden saymaya gerek yok.
Yukarıda sıraladığımız sıkıntıların çözümü için siyaset ve ekonomi biliminin bulduğu çözüm, sosyal demokrasidir.
Uygulanacak model sosyal demokrasidir, uygulamayı yapacak olanlar başka iklimlerin hayranları değil, her türlü özveriyi gerektirmesine karşın yine de sosyal demokrasiyi özümsemiş ve amaçlamış olanlardır.

Başka türlü, hiç kimse “ölü gözünden yaş” beklememeli, çözümü başka yerlerde ve süregelen düzenin uzantılarında aramamalı, değişik arayışlara girip vakit kaybetmemeli, ne kendini ne de başkalarını yanılgıya düşürmemelidir.