İşsizlik öldürmeden yapılacak işler-2

Dünya üzerindeki siyasi metinlerin en önemlilerinden biri de “Magna Carta”dır.
Bu metin, İngiltere’de 1215 yılında kralın vergilendirme dahil tüm yönetim yetkilerini çerçeveleyen onunla “bizi bize rağmen yönetemezsin” diyen asillerin sözleşmesidir.
Yine bu metin, bir bakıma bu güne kadar gelişerek gelen anayasa hukukunun temel taşıdır.
Ne yazık ki, bu gün yine anayasada yazılı bazı haklar, ödevler ve diğer toplumsal mutabakat hükümlerini savunabilmek için tam “sekiz yüz yıl” geride kalmış olan bu olayı referans göstermek zorunda kalıyoruz.
Aradan geçen sekiz yüz yıldan sonra bu gün, o Magna Carta mutabakatının kral tarafına, seçimle gelmiş yönetimler baronlar tarafına ise işadamlarımız geçmiştir ama sorun yine aynıdır:
İş adamları’mızın “ iş adamı” olarak kalabilme konusunda hayati sıkıntıları vardır çoğunun patronlukları ayaklarının altından kaymaya başlamıştır. Her geçen gün kazançları, sermayeleri, pazar payları eksilmekte yönetim, bu sıkıntılara bir türlü derman olamamakta, ekonomi herkesin gözü önünde kan kaybetmektedir.
Bu arada, işadamlarının tercihleri ile yönetimin uygulamaları arasında kalan halk –ama özellikle iş arayanlar- durumu sessizce izlemekte, hatta sadece ,sanki o işverenlerin katı gönlünün bir gün yumuşayacağını ve kendilerini “iş”” sahibi yapacağını düşünmektedirler.
Oysa iş verenin gönlü değil, içinde bulunduğu iş koşulları katıdır.
Şunu öncelikle göz önünde bulundurmamız gerekir:
Ortada bir iş olmadan o “iş”in ne “vereni” olur ne de iş“çisi”.

Bu durumda, her şeyden önce ülke ekonomisinde iş yapılabilir bir ortamın yaratılması gerekir.
Bu ortam eğer siyasi tercihlerinin farklılığı dolayısıyla yönetim tarafından hala yaratılamıyorsa, yönetimin bu konudaki yöntem ve metotları bunu sağlayamamış ve sağlayamayacak gibi görünüyorsa, bu durumda mutlaka bir şeyler yapması gerekenler –elbette ki iş bekleyen halkın da desteğiyle- işverenlerimiz yani sanayici ve işadamlarımızdır.
Bu gerçeği anlayan diğerleri mutlaka onların arkasında olacaktır.
***
10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen kabul edildiği o gün, Dünya’da “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanan ve bizim de altına imza koyduğumuz İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 23. Maddesi “Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır” demektedir.
Burada belirtilen “işsizliğe karşı korunma hakkı” eğer rastgele sarf edilmiş ya da sadece edebi bir cümle değilse, ülkede mevcut ve daha uzun sürede yönetim tarafından çözülemeyecek olduğu anlaşılan işsizliğe karşı “korunma hakkı”nın ilgili taraflarca kullanılması kadar doğal ve hukuksal bir hak olabilir mi?
Bu hak kim tarafından ve nasıl korunacak sorusunun kısa ve şimdilik verilebilecek cevabı “iş”in tarafları olan işveren ile iş bekleyenlerin “bir araya gelip” yönetimi uyarması, mevcut çözüm modeli yerine yeni ve kısa sürede sonuç verecek köklü çözümlerin uygulanmasını istemesidir.
İş âlemi, eğer giderek iş yerlerini, fabrikalarını kapatmak istemiyorsa
İş bekleyenler, umudunu fabrika kapatmak zorunda kalan bir iş alemine bağlamışsa ve o işsizlerin umudu şimdi o umutsuz işverenlerin umuduna kalmışsa,
Eğer bu ülkenin ekonomi ve maliye akademisyenleri, siyaset önderleri, yazarları bu düşüncelerimize katılıyorsa
Yarından tezi yok bir araya gelmek ve bir “istihdam platformu” oluşturmak, bu platformda belirginleşecek “tercihlerini” ve “önerilerini” tıpkı sekiz yüz yıl öncesinde olduğu gibi yönetime bildirmek zorundadırlar.
Doğaldır ki, içinde bulunduğumuz durumun vahameti bu önerilerin, yönetimin “düşündüğü” reformlardan biraz daha farklı, biraz daha köklü olmasını gerekli kılacaktır.

Bunların neler olabileceğinin somut açıklaması, elbette ki bu çalışmalar olgunlaştıktan sonra yapılmalıdır.