Gitti ahırdan eşek, Geldi et ile ekmek



Türkiye’de istatistikler ne gösterirse göstersin, kredi notumuz ne kadar yükseltilirse yükseltilsin, memlekette iki temel gıda “et” ile “ekmek” konusunda büyük bir sıkıntı vardır.
Ne hikmetse Türkiye “sözüm ona” bir yandan sürekli büyür ve kalkınırken bu iki gıda maddesinin üretimi yetersiz kalmakta ve sürekli zam görmektedir.

Bu zamların nedeni tabii ki, fiyatların hükümet eliyle yükseltilmesi değildir. Hükümet, halkın memnuniyetsizliğine yol açan bu zamları yapmaktan da yapılmasına yol açmaktan da hoşlanmaz.
Ama o zamlar, yine de bu hükümetin yanlış politikaları sonucudur.
Temel yanlışı, Türkiye’deki tarım ve hayvancılığın tükenme noktasına gelmesine rağmen bunun bir üretim yetersizliği meselesi olduğunu bilememesi; aksine, arzı yetmeyen her malın son anda bir yerlerden ithali ile piyasa sorununu çözebileceğini düşünmesidir.
Bu ekonomist değil, tam bir pazarcı mantığıdır.

Özelleştirmeler yani memleketin önemli tesislerinin satışı sırasında kimsenin gözünün yaşına bakmayacak biçimde ve “babalar gibi” özel sektörcü olurken, ertesi gün bunun tersini yaparak; et ile ekmek konusunda bile piyasaya girip “müdahaleci” olmalarını herhangi bir ekonomi felsefesi ile bağdaştırmak mümkün değildir.
Acaba hükümet satarken olduğu gibi “dibine kadar özel sektörcü” müdür yoksa “gizli devletçi” mi? Yoksa uyarına göre “bir ondan bir bundan” mı?

Biliyorsunuz, satarken “devlet şunu yapmaz, bunu yapmaz” denir ve piyasacılık nutukları atılır ama, İstanbul’daki Büyükşehir Belediyesi, memleketin fırıncı esnafı eksik kapasitede çalışır ve ayakta kalma savaşı verirken Halk Ekmek Fabrikalarını işletir, şehrin en gelişmiş semtlerine büfeler açar, tost ve hamburger ekmekleri ile grissini dâhil 24 çeşit unlu mamul üretip tüm piyasanın yüzde onunu kontrol eder.

Hükümet olarak eğer ekonomideki seçiminiz piyasa düzeni ise yapacağınız şey, insanlara devlet eliyle ekmek üretip satmak değil, o insanlara, istediği fırından ekmek alacak kadar para kazandıracak iş imkânı yaratmaktır.

Şimdi et işinde de aynı duruma düşülmektedir.
Gazetelere yansıyan haberlere göre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, ekmekten sonra et satışlarına de el atarak fiyatları düşüreceğini düşünmektedir.
Bu “aslında yanlış ama safça” bir düşünce midir yoksa kendi bütçesini iki kere katlayan ve büyük bir inat ve gayretle denetime kapalı tutulan devasa işletmelerine bir yenisini katarak kendi kontrolünde yeni taşeronlar ve daha geniş bir istihdam ordusu yaratmak arzusu mudur bilemiyoruz.

Bilindiği gibi, şimdi et işine de el atmak isteyen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş ve yine bu kanuna göre çalışan 24 tane şirketi vardır ve bu şirketlerin sermayesini ödeyen Belediye, kendi Meclisi tarafından denetlenmek isteyince “bunları ticaret şirketidir, denetlenemez” demektedir.
(Bu konunun evveliyatını ve genişliğini merak edenler bizim www.bulentsoylan.com adlı internet sitemizin makaleler bölümünde 125. sıradaki yazıyı okuyabilirler.)
***
Aşağıda, “referandum” dâhil halkın bu konulardaki “sözde tercihini” ve bazı işlerin nasıl geliştiğini anlamamıza yarayan, bazı olaylara yüzlerce yıl öncesinden ışık tutacak kadar iyi kurgulanmış, güzel bir Mevlana hikayesi var.
Hem eğlenceli, hem eğitici.
Bunca sıkıcı sorunlar içinde bunalanların, “ben bıktım artık bu işleri dinlemekten” diyenlerin “Et ile ekmek”e ilişkin hikâyeyi okuyup biraz olsun keyiflenmelerini dilerim.
***
GİTTİ EŞEK

Tek başına bir derviş, yola çıkmış gidermiş.
Kavurucu bir güneş, yollar tenha, yokmuş eş.

Ne pulu, ne parası
Allah’ın fukarası…
Çok açmış ve susuzmuş, üç gündür uykusuzmuş.

Bir köyün kenarında, ışık görmüş yakında.
Burası bir tekkeymiş, derviş buna sevinmiş.

Canı çorba istemiş, sıcak yatak düşlemiş.
“Beklerse kim tekkeyi, yer çorbayı, ekmeği...

İşte tekke önümde, yârenlerim içinde.
Şimdi beni görürler, sıcak çorba verirler.

Bir de uyku çekerim, sabah yola düşerim…”
Avlusundan içeri, girerken görmüş biri.

Bir odaya almışlar, dervişler toplanmışlar.
Konuşmuşlar bir süre, sormuşlar misafire:

— Hele anlat sultanım, ne var, ne yok bakalım?
Nerelerden gelirsin, ne t
arafa gidersin?
Susuzluğun, açlığın var mı cepte harçlığın?

Konuk demiş: — Kardeşler, bize mesken tekkeler.
Sizin gibi dervişim. söylerler işitmişim.
Uzaktaki şehirde,  bir akrabam ölmüş de,
Oraya gidiyorum, açlıktan ölüyorum!

Ne pulum var, ne param ne bir lokma nafakam…
Bir tas sıcak çorbaya, yatakta uyumaya,
Hastayım bitiyorum, yesem, yatsam diyorum…

Dervişler bir araya, toplanmışlar odaya.
Biri demiş ki: — Canlar, ne yemek, ne ekmek var!
Bize gelmiş bir konuk, o anlamaz ki yokluk.
Ne yiyip, ne içecek, yola nasıl gidecek?
Bir şeyler yapmalıyız, onu doyurmalıyız...

Demiş ki b
aşka biri: — Dinleyiniz şu fikri.
Onun merkebi var ya, satabilsek kadıya,
Çok yiyecek alırız, ziyafet hazırlarız.
Hepimiz de doyarız, azık bile koyarız…

Kabul görmüş öneri, ahıra girmiş biri.
Merkebi alıp gitmiş, satarak geri gelmiş.
Ekmek, sebze, meyve, et daha bir sürü paket…
Hazırlanmış yemekler, yanında içecekler.

Herkes yiyip doyunca, dua etmiş bir hoca.
Misafirle dervişler, “hu” çekerek dönmüşler.
Konuk geçmiş kendinden, çok zevk almış törenden.

Muzip dervişin biri, vermiş ona haberi:
— Eşeğin gitti senin, söylenmedi demeyin...

Tüm dervişler gülmüşler, hep birden söylemişler:
— Gitti ahırdan eşek, geldi et ile ekmek…

Bunu bir âdet bilmiş, konuk bile söylemiş:
— Gitti ahırdan eşek, geldi et ile ekmek...

Saatlerce dans etmiş, tam gönlünce eğlenmiş.
Çekilmiş odasına, girince yatağına,
Hemen uykuya dalmış. sabah namaza kalkmış.
Doyurunca karnını, istemiş hayvanını:

— Ey derviş kardeşlerim, çok
teşekkür ederim.
Ne
güzel ağırlandım, uyudum rahatladım.
“Yolcu yolunda gerek” size veda ederek,
Zor olacak ayrılmak, istiyorum ağlamak...
Geldi ayrılık vaktim, hani benim eşeğim?

Biri demiş: — Sultanım, yiğit kardeşim, canım.
Gece sana söyledik. eşeğin gitti dedik.
Hiç itiraz etmedin, sen de bizle söyledin…
Biz eşeğini sattık, sana yiyecek aldık.
Çok açtın ve susuzdun, bizden yiyecek umdun.
Oysa biz de çok açtık, bir lokmaya muhtaçtık.
Karnın doyunca senin, unutmuşsun merkebin...

Konuk demiş: — Haklısın, istemiyorum, kalsın.
Tek nefsimi dinledim, sizleri düşünmedim.
Bu bana bir ders olsun, hakkım da helâl olsun.

 

(Bu hikayeyi sitesinden aldığım Sayın Ahmet Karaaslan’a
emeği dolayısıyla teşekkürlerimle)