Milli gelir artarken milletin geliri azalırsa

Bir ülkede milli gelir artmazken dolar milyarderlerinin sayısı artıyorsa, matematik olarak birilerinin bir başkalarının gelir paylarını çaldığını demeyelim ama “kaptığını” söyleyebiliriz.
Nasıl mı?
Haydi gelin okuldaki “iktisada giriş” dersindeymiş gibi basit ama mantığı çok sağlam bir örnekten yola çıkalım:
Diyelim ki bir memlekette bin kişi yaşıyor ve bunların bütün servetleri de beş bin tane ceviz.
Ortalama olarak herkesin elinde beşer ceviz varken, her nasılsa bir biçimde yirmi kişi, bu cevizlerden üç binini eline geçirirse nasıl bir tablo çıkar?
Tabii ki o yirmi kişinin adam başına yüz ellişer cevizi olur, geriye kalanların cevizleri de adam başına beşten ikiye düşmez mi?
İşte bu milli gelir artmazken gelir paylaşımındaki değişimdir.
Gelelim istatistiğe;
O memlekette kimin elinde kaç ceviz olduğuna bakmadan toplam beş bin cevizi orada yaşayan beş bin kişiye bölerseniz çoğu istatistik verisinde olduğu gibi ortalama olarak adam başına yine beş ceviz düşmez mi?

Gelelim bizim memlekete.
Ülkedeki en önemli ekonomik faaliyetleri; örneğin Telekom, Tekel, araç muayene işi, bankacılık, sigortacılık, SEK, et kombinaları, yem fabrikaları gibi işleri özelleştirip yabancılara satarsanız, bu yabancıların Türkiye’deki gelirleri de bizim milli gelirimizden sayılırsa, bu arada bazılarına rabbim yürü ya kulum der onları ilk beş yüz firma arasına yürütürse, en zengin 100 Türkün servetleri 2009 yılında yüzde 55 artar ama bu arada milli gelirde kıpırdanma ne kelime yüzde altı düşme olursa, acaba bu “kalkınanların” paylarına düşen cevizler “diğer” vatandaşın elinden çıkan cevizler değil midir?

 Şimdi işin bir başka yanına bakalım.
Bir ülke ekonomisinde ceviz, pardon gelir dağılımının giderek çarpılması o ülkedeki sosyal ve ekonomik politikanın yanlışı değil midir?
Sosyal ve ekonomik politikada yani kamu yönetiminde esas amaç ülkedeki bir avuç insanın değil de mümkün olduğu kadar çok insanın sosyal ekonomik düzeyinin yükseltilmesi değil midir?

Peki bu durum bu kadar açıklıkla ortadayken nasıl olur da refahları ellerinden kayıp giden milyonlarca insan, örneğin on milyon işsiz, on altı milyon emekli insanımız, her yeni günde kapının önüne konmadığına şükretmekte olan şu karar işçimiz, sessiz sedasız oturur hatta yapılanlara alkış tutar?
Bunun doğru yanıtı, bu durumdan çıkarı olanların onları oyalamaktaki başarıları değildir de nedir ki?

İnsanlar “homo ekonomikus” yani kendi çıkarını düşünen yaratık olduğuna göre, geniş halk kitlelerini oyalamanın tek yolu, gündem saptırarak ona karnının açlığını unutturmaktır.
Milyonların karnı guruldarken kafasını meşgul edecek başka konular sunmaktır.
Bunu da en çok, medya dediğimiz zaman ilk akla gelen televizyon ve gazetelerle yaparsınız.
O nedenle bu işlerde en kritik araç medyadır.
Çünkü toplum yönlendirilirken, kenarda “köşe”de kimseyi ihmal etmeden bu kampanyaya katamazsanız birleri de çıkar “ceviz oynamaya mı geldin odama..?” diye gerçek maksadını soruverir.

Nereden nereye…
Haydi bu kadar açılmışken yine cevizden söz edelim.
Bizde “Ceviz ağacı eken erken ölmez, çok yaşar” derler.
Bence sadece cevizi ekmek yetmez, “cevizlerine sahip çıkanlar da hem çok yaşar hem iyi yaşarlar”