Bu ne liberalizm bu ne sertlik?


Hiç düşündünüz mü?
Siyasi partiler insanların siyasi yükselişini sağlayan birer seçim şirketi midir?  Yoksa aynı ekonomik ve siyasal düşünceden yola çıkanların ideolojik birlikleri mi?
Bu soruya içtenlikle “parti dediğin benim için bir seçim şirketidir” diyenler olabilir. Herhangi bir ekonomik ya da siyasal öngörüsü olsun ya da olmasın kimileri yine “yazıldığı parti” ekonomik ve siyasi öngörüsüne uysa da uymasa da her yere katılmayı isteyebilirler. Çünkü güttükleri amaç sadece ve sadece bir “kanal”ı kullanarak sonuca ulaşmaktır.

Peki, onları kabul ya da reddetmek durumunda olanlar ve halk ne yapmalıdır?
Acaba siyasi partiler, üstelik de dünyanın bu bıçak sırtı döneminde Mevlana misali “ne olursan ol, yine de gel” deme lüksüne sahip midirler?

Örneğin bir sosyal demokrat partiye bir Hıristiyan Demokratı kabul edebilir misiniz?
Haydi siz kabul ettiniz, bunu partinin ideolojisiyle bağdaştırabilir, her zaman ve her yerde savunabilir ve de aynı hedefe varmak için yol “arka”daşlığına kabul edebilir misiniz?
Kuşkusuz hayır.

***

Bilindiği gibi IMF, yani Türkçesi ile “Uluslararası Para Fonu”  “uluslararası para”nın vakfı ya da kurumudur.
“Uluslararası para”nın bu karakolunun, ekonomik ve dolayısıyla siyasi tercihinin ulusların kalkınmaları, insanların işsizliğinin önlenmesi, yaşamlarının kolaylaştırılması gibi bir amacı olmadığı adından bile belli değil midir?

Amacın sadece, “sermaye”nin uluslararası piyasalarda rahat ve kazançlı bir biçimde dolaşabilmesi için gerekli müdahaleleri yapmak, bunun düzenini kurmak olmadığını kim söyleyebilir?
Sizin ilacınız sosyal demokrat politikalarsa,  sermayenin ve onun çıkarına hizmet eden kurumların, liberal partilerin görüş ve önerileriyle iyileşebilir misiniz?

Türkiye ne yazık ki, yıllardır aynen yukarıda, siyasi parti üzerinden örneğini verdiğimiz gibi, kendi çıkarlarına uymayan “liberal” ekonomik ve siyasi reçetelerle yanlış kulvarlarda “yuvarlanmaya” devam etmektedir. 
Gerçi şimdi mevcut hükümetçe “bırakın, biz siz olmadan da yaparız” denerekten sözüm ona  IMF  reddediliyor ama, konunun  görüntüsüne değil de özüne  bakanlar, bu itirazın “merak etmeyin, biz sizin politikalarınızı öyle özümsedik ki, sizsiz de sürdürürüz;  artık nasıl olsa bu dönüşsüz yola girdik, yetiştik” anlamına geldiğini pekala bilirler.
Hani yürümeyi yeni öğrenen bebeğin kendini tutturmayıp tek başına yürümek istemesi gibi.

***

Türkiye, sermaye birikimi zayıf bir ülkedir.
Kendi bankacılığı zayıftır; yanlış politikalarla bankacılığının yarıdan fazlasını, artık nerede duracağına bizim karar veremeyeceğimiz uluslararası sermayedarların insafına terk etmiştir.

Kendi sermayedarının gücü zayıftır; 500 büyük şirket sıralamasına baktığınızda bunların üçte birinin yabancı sermayeli olduğunu görürsünüz.
Bize kalan şimdilik sermayelerinin üçte ikisidir.
Bu üçte ikilik oran sadece “kayıtlı sermaye” yapısı açısındandır.
Bakın hammaddesinin, üretiminin, ihracatının, lisanslarının ve hatta yönetimlerinin ne kadar “bizden” olduğuna…  içiniz daha da kararacaktır.

Beş alıp üç satan bir ekonomi ne kadar “ticaret” yapabiliyor dersiniz?
Ticaret en basit tanımıyla “para kazanmak”  değil midir?

Siz acaba bu dengenin ileride yerli sermayenin lehine gelişeceğini, yerli sermaye oranının giderek artacağını mı düşünüyorsunuz yoksa aynen bankacılıkta olduğu gibi şimdiden belirsiz düzeylere geleceklerini mi?

***
Yeni yılın başında, eski yılda gelinen nokta da göz önünde bulundurularak “ gelecek” hakkında öngörülerde bulunulur. Her kurum, her yönetici kendi bakış açısıyla bir şeyleri değerlendirmeye çalışır.
Eğer bu değerlendirmeler, sizin de peşine takıldığınız politikaların yeni dönemde riske, hatta açmaza girdiği yönünde ise kendinizi nasıl hissedersiniz?

Bakın ANKA’nın haberine göre IMF Baş ekonomisti Olivier Blanchard 2011 yılına ilişkin öngörülerini aktarırken, sıcak para konusunda yükselen piyasaları uyarıyor: “Önümüzdeki yıl ülkesel koşullar ve küresel bağlantıları dikkate alma gereğinde anlaşıyoruz” diyor.

 Blanchard şöyle devam ediyor:
Krizden önce birçok gelişmiş ülkede büyüme, aşırı iç talepten, tüketmekten ve konut yatırımlarından geldi.
Bu devam edemedi.
Bu ülkeler diğer talep kaynaklarına güvenmek zorunda.
Şu ana değin iç talebi desteklemek için maliye politikasını kullandılar.
Bu gerekliydi ancak sürdürülebilir değildi.
Açık veren ülkeler daha çok dış talebe, ihracata güvenmeli.”

Bu sadece IMF’cinin endişesi mi? 
Bakın Habertürk, Ekonomimizden sorumlu Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan’ın bir soru üzerine dediklerini nasıl aktarıyor:

Babacan, cari açık konusundaki tedbirlerle ilgili bir soru üzerine de istikrar adına gerekirse en sert tedbirleri almaktan kaçınmayacaklarını vurgulayarak, ''Merkez Bankası zaten daha önce sinyallerini verdi. Açıklamalarına bakarsanız, birkaç adım daha geliyor. Ocak ayı içinde bazı kararlar alacaklar yine'' dedi. Babacan, 2011'in çok dikkat edilmesi gereken bir yıl olduğunu da vurguladı.”

***
İşte Türkiye’de sonu nerede biteceği belli olmayan politikalar ve sadece seçim kazanmak için sürdürülen “liberal, küresel” siyasetin Türkiye’yi bu gün getirdiği yer.
Ne diyor ekonomimizin başı?
İstikrar adına gerekirse en sert tedbirleri almaktan kaçınmayacağız
İyi de Türkiye’de bu küresel ekonomiler, bu liberal politikalar ve onların siyasetçileri, devletin bu işlere karışmasına tamamen karşı değil miydi? Şimdi niye çözümü “en sert tedbirler”de arıyor? Liberal, küreselci kadrolarıyla bu sert tedbirleri nasıl alacak?