Ortada çömlek varsa
yandan mı geçelim?


Boğazı alttan geçecek ikinci tünelin temel atma töreninde Sayın Başbakan şöyle diyor:
"Aslında Marmaray 29 Ekim 2013’e kalmayacaktı.
2010’a yetişebilirdi.
Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz.
Sürekli; yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar insandan çok daha mı önemliydi? Yok kuruluydu, yok yargısıydı bunlara takılıp kaldık. 3 sene bizi engellediler.
Marmaray’ın işletmeye açılması değil maddi kaybı da ciddi noktada.
Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun"


Bu konularda zamanın önemi gerçekten büyük…
Tünelin zamanında bitirilmesi gerek.
Nitekim bu Yap İşlet Devret işleri ihale edilirken yatırımcıya “bunu yapman karşılığında “sen kaç para harcayacaksın” değil, daha çok, “harcaman karşılığında kaç yıllığına kendi hesabına işletmek istiyorsun” diye “işletme süresi” için pazarlık ediliyor.

Yani bu işlerde “vakit” nakittir, “nakit” de vakitle ölçülüyor.

İşin devletçe de, milletçe de katlanılan “bedel”i, yatırımın işletmecinin kendisine kaça mal olacağı değil, o yatırımı karşılığında işletmeciye idarece verilen “kendi hesabına işletme imtiyazı”nın süresidir.

Malum, otomobiller bu tünelden neredeyse tampon tampona ilerlerken bir taraftan da çil çil para akıyor. Bunun sadece 24 saatliğinin kendi cebinize girdiğini bir düşünürseniz, işletme süresinin şu ya da bu kadar yıl olmasının ne kadar da önemli olduğunu daha iyi fark edersiniz.
Eğer açılış kurdelesini kesme keyfini bir tarafa bırakırsanız, Sayın Başbakan’ın Marmaray’ı açmakta neden bu kadar acele ettiğini anlayabilirsiniz.

Konu bu olunca aklıma tünellerle ile ilgili bir Karadenizli fıkrası geldi.

Önce onu anlatmalıyım:

İngiltere ile Fransa arasındaki Manş denizinin altından geçecek ikinci bir tünel ihalesi açılmış.
Büyüklüğü dolayısıyla her milletten müteahhitler talip olmuşlar işe.

Bizim Karadenizli müteahhitlerden biri de, “yahu yıllardır bir sürü inşaat yaptık ama hiç deniz altından tünel açmadık, hele şu işe bir de biz talip olalım” demiş.

Tabii yapılacak tünelin boyu, çapı, kalitesi belli de, ihalenin asıl konusu; yapacak olanın bunu ne kadar zamanda bitirip işletmeye açacağı imiş. Bu işlerde vakit nakit olduğu için de sonuçta işi kim en kısa zamanda yapabilecekse ona vereceklermiş.
Nihayet ihale günü salonda toplanılmış, önce ev sahibi taliplerden bir İngiliz firmasını çağırmışlar; söyleyin bakalım bu işi nasıl ve ne kadar zamanda yapabilirsiniz?

İngilizler, biz demişler İngiliz sahilinden girip kaza kaza en geç 12 ayda Fransa sahiline çıkarız.
Karşı yakanın müteahhidi Fransız firmasına sormuşlar: Ya siz?

Fransızlar, biz de demişler Fransız sahilinden girer bu işi yine 12 ayda bitirip tüneli İngiliz sahiline bağlarız.

Sıra bizimkine gelmiş.
Söyle bakalım sen nasıl yapmayı düşünüyorsun?
Siz bize bırakın bu işi demiş Dursun; evvelallah size 6 ayda kurdelayı kestiririz.

Yapma yahu demişler, nasıl yapacaksın? bak adamlar 12 aydan önce söz veremiyorlar!
Siz bana bırakın işi demiş; benim memlekette beraber çalıştığım İdris diye bir hemşerim var.
Becerikli uşaktır, onu da ortak ederim birlikte hallederiz.

Ben İngiltere’den girerim İdris Fransa’dan; başlarız birbirimize doğru kazmaya…
İdris kazar, ben kazarım; kim daha hızlı gider bilemem ama en fazla altı ay sonra nasıl olsa ortada bir yerlerde buluşuruz.

İyi ama demişler, bu hassas bir iş, ya ikinizin tüneli ortada buluşamazsa?

Siz orasına karışmayın demiş; buluştuk buluştuk, buluşamazsak İdris yoluna ben yoluma devam ederiz; Hem böyle bir şey olursa, hani siz İngilizi Fransızı bu tünel için 12 ay bekleyecektiniz ya… tut ki aşağısı karanlıktır, yanlışlık oldu da bizim İdrisle buluşamadık, o zaman da 12 ay içinde bir değil iki tüneliniz birden olur.

***

Doğrusu Karadenizlilerin bu konudaki cesaretlerine ve kararlılıklarına diyecek yok.
Bizdeki Boğaz tüneli kazısında da Sayın Başbakan; ne bilimsel kurullar, ne yargı ve ne de çömlek dediği arkeolojik eserlerin bahane olamayacağını düşünüp “bedeli ne olursa olsun bundan sonra engel mengel tanımıyoruz” diyor.
İkinci Boğaz tüneli, Hazinemizden 1 milyar 75 milyon dolarımız “çık(a)maması” sebebiyle 30 yıllık işletme hakkı karşılığı yap işlet devret modeliyle ihale edilmiş bir iştir. Yani şimdi vurulan kazmadan 30 yıl sonrasında; bir başka hesaba göre de, bu gün doğacak çocukların orta yaşlara geleceği tam 2041 yılı Şubatının bu günlerinde şimdiki müteahhit/ işletmecilerinden teslim alınacak ve o günden sonra da hâsılatı hazinemize akmaya başlayacaktır.

Kolay mı 2041 yılı şubatını beklemek?
Yok “Kurul”muş, yok “yargı”ymış, yok “çömlek”miş.

Tut ki iş uzadı, 3 yıl da böyle geçti; bakmışsın yıl 2044; haydi buyur buradan yak…

Sayın Başbakan kendi açısından haklı.
30 yıl dile kolay..

Hele çanak çömlek deyip buna 3 yıl daha eklenecek olsa, Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder” dediğine yakın bir süre.

Ne diyor şair otuzbeş yaş için:

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;


Yarım ömür gibi bir zaman beklemekle kolay geçmez.

Bu işin bedeli ne olursa olsun gecikmemeli.
Yoksa “Zamanında 1 milyar doları bile bulamadı da, o tünel işini götürdü taa 2044’e kadar kendi hesaplarına işletmek üzere yerli-yabancı müteahhitlerin ticaretine teslim etti” der bizden sonraki nesil yaşamı boyunca…

Hem de,
“27,5 milyar dolar döviz rezervi vardı. Şimdi Merkez Bankasının döviz rezervi 82 milyar dolar. Nereden nereye çıktık. Onlar boşalttı, biz doldurduk, dolduruyoruz. Daha iyi olacağız, daha güçlü olacağız. Çünkü bize o yakışır”
dediğimiz günleri hatırlataraktan.

Maazallah karizmayı çizdiririz.
Tarih bizi biraz farklı kaydeder.