Göz göre göre kıdem tazminatı kırpılırken siyaset



Sanırım bilirsiniz;
Diplomaside “Ülkelerin birbirleriyle dostluk ya da düşmanlıkları yoktur, karşılıklı çıkar ilişkileri vardır” denir.
Bu gerçek; aslında işçi ile işveren, emekçi ile sermayedar arasında da böyledir.
Dostluklar tamam ama “kese”ler ayrıdır.
Bizde “dostluk başka, alışveriş başka” sözü boşuna söylenmemiştir.
Dolayısıyla kim kimi ne kadar severse sevsin, bu saydığım kesimlerin her biri, karşısındakinin çıkarından çok, öncelikle kendi kesesini düşünmek zorundadır.

Sermayedarın “temel içgüdüsü” daha çok kazanmaktır.
Bunu başarabilmek için, bir taraftan üretim maliyetlerini düşürmeye çalışırken diğer taraftan ürettiği mal ya da hizmetin daha iyi para getirmesi için “pazar”ını genişletmeye gayret eder.

Şöyle bakın bir etrafınıza; Orta-Doğuya, Kuzey Afrika’ya;
Şimdi Mısır’a Libya’ya demokrasi getirmeye can atanlar acaba oraların insanlarını kendi insanlarından daha mı çok  sevmektedirler?
Haydi biraz somutlaştıralım: Fransız, İtalyan cumhurbaşkanları daha aylar önce gidip gidip oralardaki devlet başkanlarını öperken şimdi Kuzey Afrika’nın kavruk insanlarının neden demokrasi ile idare edilmediklerini mi fark edip kahretmektedirler?
***
Küresel sermayenin güdümündeki Dünya Bankası, IMF, OECD gibi kurumlar her ne hikmet ise yıllardır gidip gelip bizim hükümetlere “Şu kıdem tazminatınız çok yüksek, onu biraz indirin yoksa rekabet edemezsiniz” der dururlar.
Karşılıklı ekonomik ilişkilerinden başlayarak, bu küresel piyasada hep yüz yüze bakmak durumunda olan iktidarlar da, tabii ki temelde emekten yana bir tercihleri olmadığı için boyunlarını bükerler ve onların bu “tavsiye”lerine karşı “Ne kadar da doğru buyuruyorsunuz, dost dediğin de ancak bu kadar olur” dercesine derhal harekete geçer, istenenleri kendi programlarına koyar ve bir punduna getirip uygulamayı başlatmayı vaat ederler.

Türkiye’de bu günlerde gündeme getirilen “kıdem tazminatını güvence altına alma” hazırlığı da işte bu genel çizginin uzantısıdır.
Bir taraftan bakıldığında; yukarıda adı geçen anlı şanlı küresel sermaye kurumları, sizin işçilere ödediğiniz kıdem tazminatının “rasyonelleştirilmesi” yani daha akla yakın hale getirilmesi lazımdır derken ve bu “tavsiye” bizim hükümetin programı ile “Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi”ne açıkça yazılırken, bir de bakıyorsunuz ki; bazıları ortaya çıkıp “işçinin yüzde 92’si bu güne kadar hak ettiği kıdem tazminatını alamıyordu, şimdi biz bunu güvenceye almak için onların hayrına yeni düzenleme yapıyor, devlet yönetiminde bir fon kuruyoruz” diyor.
Yani dediklerine göre emekçinin hakkını sağlama alıyorlar (!)


Böyle bir durumda kime ne denir?
Bu işlerin özünde bir çıkar çekişmesi olduğu ve herkesin kendi kesesini düşünmesinden doğal bir şey olmadığını daha baştan kabul etmedik mi?
Nitekim:
Küresel sermaye haklı; adam Türkiye’ye yatırım yapacaksa, işçiliğin ucuz; yatırımın karlı olması gerekir. Kredi verecekse, paranın geri dönmesi için parayı kullananın kaybetmemesi lazım.
Küresel sermaye ile işbirliği içinde olması gereken yerli sermaye haklı; sonuçta onun işi de para kazanmak. İçeride hafiften bir mahcubiyet taşısa da “yan cebime” diyor.
Hükümet ne yapsın?
Bu zamanda ayakta kalabilmenin yolunu eğer yerli ve uluslararası sermayenin “tavsiye”lerinde görüyorsa yapacağı başka da bir şey yok. “Madem sizin için rasyonel olan bu, o zaman ben de sizin gibi rasyonel davranmak zorundayım” diyecek.
Tercihini böyle yapmış, hayatiyetini bunda görenlere bir şey diyebilir misiniz?
Diyemezsiniz, dünyanın bu halinde “Gemisini kurtaran kaptan!”
Ya da “hak verilmez, alınır”
***
Haydi onlar kendilerine göre haklı.
Peki bu arada elinden hakkı, sofrasından ekmeği alınan işçiler ne yapacak?
Derdini kime yanacak?
Kurtarıcıdır, beni kollar diye kime sarılacak?
O işçilerin haklarını savunmak üzere kurulmuş sendikalar ve yöneticileri,
Kendisini emekçi dostu, sosyal demokrat diye tanıtan siyasetçiler acaba ne diyecek bu gelişmelere?
Galiba önümüzdeki günler bu işlere kimlerin hangi taraftan baktığını daha iyi görmemiz açısından ciddi bir fırsat yaratacak.