Hoş geldin yeni yıl boşa geçtin eski yıl


Bu yazıyı okuduğunuz günlerde bir yılı geride bırakıp diğerine giriyor olacağız.
İnsanlar pek o kadarını yapmasa da, medyamız geçen 365 günün “en”lerini, acılarını ve tatlılarını sayfalarına dökecek, ekranlarına getirecek.
Hayatın acılı tatlılı iki yönü gözlerimizin önüne getirildiğinde, bu bir yılın çoğumuz için pek de hayırlı geçmediğini kendi gözlemlerimizle değil de, her nedense daha çok gazete sayfalarından ve televizyonların yılbaşı öncesi programlarından öğreneceğiz.

Pek çok ülkede demokrasi beklerken gelen “kargaşa ve ölümler”; borçla yaşamanın sınırına gelip çöken ekonomiler ve adım adım gelen “yoksulluk”; insanlarını sağlıklı binalarda oturtacak kadar varlıklı olamayan ülkemizde yaşanan “deprem”; her şeye rağmen baş edilemeyen doğanın gücü karşısında yaşanan “diğer felaketler”…
Buna, geçen yılbaşındaki beklentilerimizin hiç de umduğumuz gibi gerçekleşmemesini, ömürden bir yılın daha şöyle-böyle geçtiğini de ekleyin.

Çok mu karamsar bir tablo çıktı ortaya dersiniz?
Ben burada herkesin yaşadığı ama yaşananlar geride kalınca nedense hep göz ardı edilen olumsuzlukları hatırlatmaya çalıştım.
Şimdi siz de gelin kendi açınızdan değerlendirin; bunların yanına istediğiniz olumlu gelişmeleri de sayıp her ikisini harmanlayın ve bu son yıldan umduğunuz kadar karlı çıkıp çıkmadığınıza karar verin.
Ama bu hesabı yaparken, ömrünüzden bir yılın daha “böylece” geçtiğini unutmayın.

Geride kaç yılınız kalmış olabilir?
Daha kaç yıla aynı umutlarla girebilir ve bir gün “bu yılı gerçekten iyi yaşadık” diyebilirsiniz?

***

Bu işler neden böyledir?
Her yılın adeta saman alevi bir iyimserlikle başlayıp ardından tüm umutların bir sonraki yıla devredilmelerinin sebebi nedir?

Bizler mi?
Birileri mi?
Kader mi?

Şiirinin baş tarafını “bu yılbaşında kendimize daha fazla yüklenmeyelim” diye çıkardığım
Nazım Usta, biraz acı da olsa bakın buna nasıl bir yanıt bulmuş:

“ …hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

***

Olup bitenden mutlu olamayan, daha iyisini arayanların yeni bir yıla girerken umutlu olması kuşkusuz en doğal hakları.
Tabii ki herkes bir şeylerin değişmesinden, iyiye gitmesinden yanadır.
Peki, iş böyle olunca, yaşamımızın sayılı yıllarından birini daha alıp götüreceği apaçık belli olan yeni yıldan beklenen mutluluğu, birilerinden ya da -hani zengin olmak için piyango bileti almak gibi-  bizim dışımızdaki etkenlere bağlayıp beklemek, sadece beklemek doğru mu?

Değilse, bir önerim var:
“Geçtiğimiz koca bir yılda umduklarımız çıkmadı, beklediklerimiz olmadı, yine boşa geçti” diyorsanız, gelin herkes önce kendisine sorsun:
Son yılda biz neleri “yapmadık”, nelere “boş verdik?”
Umutlar yine yeni bir yıla kaldıysa, galiba şairin dediği gibi, “kabahatin çoğu” bizim.

Bu yeni yılda umutların gerçekleşebilmesi için hepimizin, "şikayet ettiğimiz bütün konularda" “üzerlerimize düşenleri” yapması, ve her şeye rağmen umutlarımızın gerçekleşmesi dileğiyle nice yıllara.