Bir ülkede refahın artmadığı nereden belli olur?


İktisatta bir kural vardır:
İnsanların gelir düzeyleri gerilerken, kaliteli mallardan değeri düşük (inferior) mallara yönelirler.
Nedeni basittir; cepteki para yetmeyince mecburen fiyatı el yakan mallar terk edilir, ya aynı malın daha düşük kalitelisi alınır ya da o mal yerine eş değerde gibi kabul edilebilecek mallara yönelinir.

Örneğin, pirinç pilavından vaz geçilir bulgur pilavına dönülür,
Kırmızı etten vazgeçilir tavuk eti seçilir,
Taksiye binilmez dolmuş beklenir…

Bu örnekleri herkes kendi etrafına bakarak çoğaltabilir.
Yine iktisatta buna, bir mal ya da hizmetin yerine bir başkasının geçirilmesi anlamında “ikame edilme” denir.

Bu kısa açıklamadan sonra şunu söyleyebiliriz:
Bir ülkede insanların geliri azaldıkça, şu ya da bu şekilde tükettikleri malların kaliteleri düşer.
Dolayısıyla bir ülkede ortalama refahın artıp artmadığının anlaşılabilmesi için insanların tüketim kalitelerinin ne yönde geliştiğine bakmak yeterlidir.

Bu alanda görülecek eğilim, çoğu zaman ulusal gelirden adam başına kaç dolar düştüğünü bildiren resmi istatistiklerden çok daha gerçekçi şeyler anlatır.

***
Elimde kısa adı İSTESOB olan İstanbul Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nin “Çin İstilasına Dur” başlıklı bir yayını var. 
Burada, Türkiye piyasasını istila eden Çin mallarının, esnaf ve sanatkârımızı işsiz bıraktığından şikâyetle başlanıp, kalitesinin çok düşüklüğüne kadar bir dizi bilgi veriliyor ve buna bir çözüm bulunması isteniyor.
Önerilen çözümler arasında da Çin mallarının yurdun sapa bölgelerdeki gümrüklerden kabulünden, daha sıkı denetime tabi tutulmasına kadar pek çok öneri var.
Kabaca “Durdurun şu değeri düşük Çin mallarının girişini” anlamında hükümete talepte bulunuluyor.

Acaba asıl mesele değeri düşük malların ithalinin durdurulabilmesi mi yoksa halkın bunlarla yetinmeye mahkum edilmemesi mi?

Bu sorunun cevabını verebilmek için önce konunun iktisat bilimi açısından nasıl yorumlanması gerektiğine bakmak gerekir.
Uzun açıklamalara gerek yok; eğer piyasayı Çin malları istila etmişse, bunun nedeni birilerinin kalitesiz denen Çin mallarını satmaları değil; doğrudan doğruya, halkımızın bu tür mallara yönelmesindendir.

Siz halkın önüne biri iyi diğeri kötü kalitede iki türde mal koyarsanız ve bunların her ikisi de aynı paraya veriliyor derseniz o insanlar hangisini tercih eder?
Tabii ki kalitelisini değil mi?

Peki, yine ortaya iki ayrı kalitede mal koyar ve “Bak bunun fiyati 10 lira, diğeri 4 lira derseniz bütçesi sadece ucuzunu almaya imkan veren biri hangisini alır?

Üstelik bu tercihi yapanlar kağıt üzerinde kişi başına 13-15 bin dolar ortalama geliri olan ve bu gelirleri sürekli artan ama her biri tüketici kredilerinden borçlu, kredi kartından batık, kenarda köşede tasarrufu bulunmayan, düzenli gelir konusunda kuşkulu insanlarsa siz söyleyin ne yaparlar?
Gider, keselerine uygun malı Çin’den bile gelecek olsa satın alırlar.
Hatırlayın, Sovyetler dağılıp çaresiz kaldığı 1990’lı yıllarda rus halkı bizim Laleliye gelip ucuz  ve kalitesiz mal aramak zorunda kalmamış mıydı?
Şimdi arıyorlar mı?

Yine soralım:
Haydi halkımız ucuz ve kalitesiz Çin mallarını alıyor ve bu durum esnaf ve sanatkârımızı “batırıyor”.
Peki, bu malı kimler ve neden satıyor?

Şikâyet eden de, malı satan da aynı memleketin esnafı değil mi?
Satan esnaf “ne yapalım, halk ucuz olduğu için bunu alıyor” diye o malları taa Çin’den getirmiyor mu?

Demek ki işin aslı, halkın artık kaliteli mal para yetiştirememesi; halkın talebine göre mal getiren esnafın da, o mal Çinde bile olsa getirtip ikinci sınıf ve ucuz malı satmasıdır.
Dolayısıyla işin belirleyici tarafı, halkın alım gücünün ve dolayısıyla refahının giderek düşmesi ve ucuz mala talip olmasıdır.

Bu iktisadi gerçek ortadayken; siz gümrükleri Ağrı dağına da taşısanız, havada üç takla atamayana ithalat izni vermeyecek de olsanız olay budur.
Galiba şikâyet yanlış noktadan yapılmaktadır.

***
Bu açıklamaların ne kadar doğru olduğunu gelin bir de ithalat rakamlarına bakarak denetleyelim:
Diyelim ki ithal edilen Çin malları kalitesizdir, ikinci hatta üçüncü sınıftır.
Peki, örneğin Alman malları için de standardı yüksek ve kaliteli diyebilir miyiz?
Şüphesiz diyebiliriz.
O zaman gelin son yıllarda halkımızın hangisinden vazgeçip hangi ülkenin, dolayısıyla da hangi kalitedeki mallara yöneldiğini ve “yaşam kalitemizin” ne yönde geliştiğine bir bakalım:
Acaba Türkiye’nin yıllar itibariyle bu iki ülkeden ithal ettiği mal miktarları ve her iki ülkeden yapılan toplam ithalat içindeki o kalitesiz denen Çin mallarının oranı nedir:
 

Yıllar

Almanya’dan

Çin’den

Çin  yüzdesi

2004

12,51

4,47

0,26

2005

13,63

6,88

0,34

2006

14,76

9,66

0,40

2007

17,53

13,23

0,43

2008

18,68

15,65

0,46

2009

14,09

12,67

0,47

2010

17,54

17,18

0,49

(*)2011

21,05

19,91

0,49

*) ilk 11 ay rakamlarıdır. Tablo milyar dolar üzerindendir.

Tabloyu kabaca okuyacak olursak, Türk halkının kullandığı mallar içinde “kalitesi düşük” diye tanımlanan Çin mallarının oranı bu dönemde “kalitesi yüksek” denen mallara göre yüzde 26’dan yüzde 49’a yükselmiştir.

Bu ölçüler açıkça şunu göstermektedir:
Kişi başına ortalama ithalatımız örnekteki 2004 yılından bu yana önemli ölçüde kalitesi düşük dediğimiz mallara kaymıştır.
Bunun anlamı, tüketim kalitemizin yani refahımızın giderek yükselmediği, aksine düşmekte olduğudur.

Hayır, olmaz öyle şey, refahımız giderek yükseliyor diyenler de olabilir mi?.
Olabilir tabii.
O zaman onlar da lütfen halkımızın hangi zorlama(!) altında o kalitesiz denen mallara yöneldiğini söyleyiversin.