Sosyal demokrasi deyince kim neyi anlamalı?


İnsanlar siyasette sayısız durumlarla karşılaşırlar.
Sonra da bunların bazılarına taraf olurlar bazılarına karşı çıkarlar.
Örneğin türban,
Örneğin eğitim,
Örneğin seçim usulleri,
Örneğin güneydoğu,
Örneğin yoksulluk,
Örneğin cari açık,
Örneğin kur politikası,
Örneğin Mısıra, Libya’ya, Irak’a demokrasinin nasıl getirileceği, 
Örneğin ulusalcılık, küreselcilik, IMF, AB’cilik, falan filan…
Bu başlıkları isterseniz yüze ve belki de bine kadar çıkarabilirsiniz.

Başlıklar bu kadar çok olunca, tabii ki insanların bu konular karşısında alacakları tavırlar ya da yapacakları tercihleri de çok çeşitli olacak, muhtemelen bazı yanlışlara düşülecektir.

Bunlar karşısında takınılması gereken “doğru tavrın” ne olabileceği konusunda arayış içinde olanlar acaba hangi “genel kritere”, hangi şaşmaz ölçüye başvurmalıdırlar ki çizgilerinden sapmasınlar, fark etmeden başkasına hizmet etme yanlışına düşmesinler…

İşin içinde, siz o doğru ölçüyü ararken “duruma hakim olan güçlerin” ellerindeki propaganda imkanlarıyla sizi özellikle oyalama ve ters köşeye yatırma gayreti de varsa, sizin bunca konu ve bunca saptırma gayreti arasında acaba kendi doğrularınızı bulmada kullanacağınız sağlam ölçünüz ne olabilir hiç düşündünüz mü?
Ne dersiniz?

***
Bana göre bu konuda kullanılacak en uygun ölçü, karşınızdaki siyasetin hangi “temel ekonomik model”i esas aldığıdır.
Yukarıda saydığımız konulardan; türbanından yoksulluğa, cari açıktan küreselciliğe kadar nereye hizmet ettiğinde tam kanaat sahibi olunamayabilen, zaman zaman sap ile samanın karıştırılabildiği her konunun kaynağı, önünde sonunda uygulanan “ekonomik model”e dayanır.

Bu günün dünyasında, birbirinin neredeyse taban tabana zıddı olan iki “temel ekonomik model” ve bu ikisinin belirli ölçülerde karışımı olan bir üçüncü model vardır.
İki ana ekonomik model; “kapitalizm” ile “sosyalizm”, bunların karışımı olan üçüncüsü ise “sosyal demokrasi”dir.
“Sosyal demokrat” ekonomik model, iki temel model arasında yer alan bir karışım olduğu için de,  adına sosyal demokrasi denen uygulamaların bu iki temelden hangisinden daha fazla etkilendiği ya da hangisine daha yakın olduğu her zaman için göz önünde bulundurulmalıdır.

***
Şimdi konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bu ara ya da karma modeli bir kenara bırakıp şöyle bir soru soralım:

Kadınların türban takması acaba kapitalist modelin mi yoksa sosyalist modelin mi gereğidir?
Biz, kadınlar türban takabilir ya da hayır asla takmamalıdırlar dediğimiz zaman kapitalizmden yana mı yoksa sosyalizmden yana mı tavır almış oluruz?

Cevap: Bu soruya öyle ya da böyle demekle hiç birinden yana ya da hiç birine karşı gelmiş sayılmazsınız.

Siz alt gelir grubundan biri iseniz, işsizseniz, izlenen ekonomik politikalar sizin aç kalmanızı önlemeye yönelik değilse, siz ya da diğer insanlar başını kapatsa da açsa da durumunuz değişmeyecektir.

Dikkat ettinizse, kapitalist sistem Hollanda’da istediğiniz yerinizi açın size bir şey demez de Türkiye’de saçınızın tek telinin bile örtülmesi gerektiği propagandasına çanak tutar.
Neden?

Çünkü bu işin ekonomik sistemle bir ilişkisi yoktur.
Desteklediği iktidarlar; orada o, burada bu politikayla oy almaktadır da ondan tabii.

Demek ki kapitalizm, bir gün siyaseti gerektirirse bu gün kapattırdığı başları yarın açtırabilir. Başları açtıranlar ya da açılsın diyenler de hiçbir zaman sosyalist ya da sosyal demokrat falan sayılamazlar.
Temel belirleyici olan, her zaman için “ekonomik sistem”dir.

***
Peki, biz bu iki temel sisteme de mesafeli olup, daha dengelidir diye ikisinin karması olan “sosyal demokrat” siyaseti istiyorsak bu amaca ulaşmak için nelere dikkat edeceğiz?
Yazılı basında, televizyonlarda, internette ve politik nutuklarda her an karşılaştığımız konular yine “türban, eğitim, güneydoğu, yoksulluk, cari açık, kur politikası, ulusalcılık, küreselcilik, Irak’ın İran’ın demokrasiye nasıl geçirileceği, AB’cilik, falan filan ise bunlara bakıp işin içinden nasıl çıkacağız?
Sosyal demokrasinin gereğini yaptığımızı nereden anlayacağız?
Söyleyelim: Yine uygulanan ekonomik sisteme bakaraktan.

***
Bir ülkede:
-Gelir dağılımı bozuk ve giderek de bozuluyor ama uygulanan ekonomik politikalar bu dengeleri düzeltme amaçlı değilse ve bu sistemin kime yaradığı apaçık ortada ise (TÜİK’e göre yoksul sayımız 12,7 milyon kişi iken, Forbes’e göre dolar milyarderleri bizde 38, İtalya, İspanya ve Fransa’da 14’er, Yunanistan’da sadece 2 kişidir);

-Yoksulluk giderek artıyor ama bu yoksulluğun nedeni olan işsizliği önlemek, ekonominin çarpık yapısını düzeltmek için bir şeyler yapmak yerine o yoksullara “yardım” işi kurumlaştırılıyorsa (4,3 milyon işsiz, 9,1 milyon yeşil kartlımız, 12,7 milyon resmi yoksul var)

-Ülkede üretim düşerken tüketim artıyor ve ekonomi kan kaybediyor ama bu durum “borç bulabildikçe sorun yok” denip olay sadece bir cari açık konusu olarak görülüyorsa, (2011 sonu yıllık dış ticaret açığımız 106 milyar dolar yani 38 dolar milyarderimizin toplam varlığının yaklaşık iki katı)

-Ülkede stratejik olanlar da dâhil ekonomimizin köşe taşı kurumların hepsi “özelleştirme” adı altında parayı veren yabancıya satılıyorsa,

-Ülkede asıl vergi yükü, istihdamın ve tüketicinin üzerinde olmasına karşın, sade vatandaş ve çalışan çalışmayan işçiler üzerindeki bu ağır yük, bu dengesizlik sürerken ciddi bir düzenleme yapılmıyorsa (Vergi gelirlerinin yüzde 80’i ÖTV, KDV gibi dolaylı vergilerdir),

- Uygulanan ekonomi politikasının sonucunda yarı aç yatan ve bu yüzden sağlıksız kalan insandan reform adı altında yüzde 12 genel sağlık sigortası primi isteniyorsa, 

-Aslında ekonomiye hizmet için verilmiş bir imtiyaz olan “bankacılık yapma hakkı”, bu hakkı kullanan çoğu yabancı ve bir kısmı da dolaylı olarak küresel sermayeye bağımlı bankalar tarafından “kazançlı bir ticaret imkanı” olarak kullanılıyor ve bu oldu bittiye kimse bir şey demiyorsa, dış ticaret açığıyla cebelleşen bu ülkede en fazla kar eden şirketler finans sektöründekilerse,

-Yabancıların üçte iki ağırlıkta olduğu borsanızın yatırımcılara ne kadar çok kazandırdığı ile övünülüyorsa (2011 Ekiminde borsanın yüzde 62’si yabancıların alım satımı)

-Topraklarınızın her gün daha büyük kısmı yabancıların işletimine geçiyor ve bu durum ülkeye iyi para geliyor diye karşılanıyorsa, (Bülent Ecevit’in, toprak işleyenin… sözü bu duruma da uyuyor) ama onlar araziyi alıp memleketlerine götürmüyorlar ya deniyorsa…

Bilinsin ki, uygulanan ekonomik sistem çok açık bir biçimde “kapitalist” temele dayalıdır ve buna hizmet etmektedir.

Kim ne söylerse söylesin bu biçimde yoksulluk bitmez, çarklar hep sermayeden ve kazanandan yana döner.

İşte, bir siyaset kimi günlük konularda ne söylerse; neye “evet” neye “hayır” derse desin, ancak bu saydıklarımız ve benzeri ekonomik konularda yapılanlara karşı çıktığı ölçüde ve de ancak bu işleyişi tersine çevirme konusunda gösterdiği gayret kadar “sosyal demokrat”, bunlara sesini çıkarmadığı ölçüde de“kapitalist”tir.

Sosyal demokrasi de aynen kapitalizm ve sosyalizmin olduğu gibi bir “ekonomik sistem”dir.
Yani kimin kazanacağının, çarkın kimlere hizmet edeceğini belirleyen düzendir.

Bunun yanında gerisi süslemedir, “soslama”dır, ufak çaplı iki ileri bir geri hareketlerdir.
Onlara takılmak kafaları karıştırır, yapılanlar sadece laftan ibaret kalır.
Siz temel işleyişi fark eder tercihinizde onu göz önüne alırsanız gerisi kendiliğinden gelir.