Toplu taşımacılık ve parası olan öne çıksın çarpıklığı


İstanbul’da taksilerin ücret tarifesini belediye belirler.
Türkiye’nin her yerinde de.
Dolmuşlarınkini de,
Öğrenci servislerininkini de,
Denizdeki yolcu motorlarının tarifelerini de.

Neden?
Belediye mi işletiyor bunları?
Bunların sahipleri özel girişimci değil mi?
Bu memlekette özel sektörcülük hâkim ve ticaret de serbest değil mi?

Hayır, bu iş öyle değildir.
Öyle olsaydı bütün bu araçlarla yapılan “ticaret”te fiyatları belirleme yetkisi belediyeye; başında belediye başkanının olduğu Ulaşım Koordinasyon Merkezi ya da kısa adıyla UKOME denen birimlere bırakılmazdı.

Sırf denemek için; gidin belediyeye “Bu ülkede ticaret serbestse, fiyatları neden belediye koysun, bu araba benimse ben de yolcumu istediğim fiyata taşırım…” deyin bakalım.

Bakın o zaman, üstelik daha önce bu taşıma işini yerli yabancı ayrımı bile yapmadan “parayı verene” satmış olanlar, bu işin önemli bir kamu hizmeti olduğunu, bu nedenle tarife yayınlamanın kendi işleri olduğunu size bizden daha etkili ve inançlı bir şekilde bakın nasıl da bir güzel anlatacaklardır.

***

“Toplu taşımacılık” denen iş neresinden bakarsanız bakın “ kamusal” bir iştir.
Biz bundan dolayı toplu taşımacılık yapan İDO’nun satılması kararına zamanında epeyce karşı çıkmış, bu işlerle ilgili bir idari dava açmış, yazmış çizmiş, söylemiştik.
Şimdi bu satışın birinci sene-i devriyesinde o günkü itirazlarımızı haklı çıkaracak yeni uygulamalara tanık oluyoruz.

***

Bizde kamu kurumlarına, “yolcu taşımacılığı işine göz kulak olmaları için” ciddi görevler ve yetkiler verilmiştir.
Bundan maksat da taşımacının çok para kazanmaması değil, halkın söğüşlenmemesidir.
Bu söğüşletmeme korumacılığı da “belirli saatler için” değil, günün 24 saati içindir.

Mevzuata bakarsanız; büyükşehir belediyeleri bu işleri, belediye başkanı ya da yerine görevlendireceği bir kişinin yönetimindeki “UKOME” denen birimleri eliyle yürütmek durumundadırlar.
Ama işin sorumlusu her zaman belediye başkanıdır.

İstanbul Büyükşehir UKOME’si de yasadan aldığı bu yetkisini kullanıp 27 Kasım 2011 tarihinde verdiği 2011-8.ek sayılı kararla kendi görev alanında bulunan İDO’ya ait “Sirkeci-Harem” arabalı vapur hattının tarifesini değiştirmiş ve yine bir örnek verecek olursak; -günün geri kalan saatleri hariç- binek otomobillerinin “pik” saatlerdeki vapur ücretini 6,50 liradan 8,50 liraya yükseltmiştir.
Oranlarsak bu zam yüzde 30’u biraz da aşıyor.

“Pik” saatlerden kasıt da, örneğin Harem’den Sirkeci’ye gidenler için sabah 7.00-10.00 arasındaki, geri dönerken akşam 16.00-21.00 arasındaki yoğun saatlerdir. Yani özellikle esnafın, ücretli çalışan insanların akın akın işe yetişme, eve kapağı atma telaşında olduğu, bilet farkı yüzünden gitmekten vazgeçemeyeceği, aralarda gidersem daha ucuza giderim diyemeyeceği saatlerdir;
Yolcunun harman olduğu, normal tarifenin akla bile getirilemeyeceği zaman dilimidir.

Bu “şirkete özel” fiyat ayarlamasında yüzde 30’luk bir zammın ne kadar haklı(!) olduğunu, işi dolayısıyla her gün “sadece bu saatlerde gidip gelmek zorunda olan insanlar” için bu “pik saatler tarifesi”nin uygulamada “esas tarife” yerine geçmekle yasalarla verilen görevin ne kadar yanlış kullanıldığı tartışmasını şimdilik geçelim.

***
Bir başka olay:
Geçtiğimiz günlerde İDO bir başka vapur seferinde, ilk bakışta yanlışlıkla “fiyat dengelemesi” gibi de anlaşılabilecek değişik türde bir zam yaptı:
Gerekçesi, işi acele olanlara kolaylık(!)

Gebze Eskihisar-Yalova Topçular arabalı vapuruna binecek olanlar eğer “üste 20 lira daha verirlerse” sıranın kendilerine gelmesini bekleyen diğerlerinden farklı bir sıradan ve “hiç beklemeden” vapura alınacaklar.

Binek otoları için “esas tarife”deki bilet fiyatı 50 lira olduğuna göre bu“zam”mın oranı 20/50 hesabıyla “yüzde 40”.

Bir düşünelim şimdi; bu uygulama, işi acele olan yolcuya halisane düşüncelerle getirilen bir kolaylık mıdır, yoksa “bak kardeşim tarife hala geçerli, fiyatları artırmadık” uyutmacasıyla yapılan dolaylı bir zam mı?

Kuyruktakileri bir araya toplayıp iskelede her seferinde “kimin işi daha acildir” anketi yaptıramayacağımıza, herkesin aciliyetinin suratına bakılarak değil, ödeyeceği “yirmilik banknota” bakılarak belirleneceğine göre buradaki iş apaçık “zam”dır.
“Parası bol şu arkadaşımıza bir yol açalım beyler”in üstü kapalı ifadesidir.

***
Bu operasyonla aynı gemi, aynı seferinde aynı yakıtla ve aynı sayıda araç taşıyacak ama bu “kolaylık”la birlikte şimdi eskisinden “daha çok para getirecek” ya da bir başka açıdan söylersek, bu şirket halkımızdan normal tarifesine göre “daha fazla para götürmüş” olacaktır.

Şimdi birileri bana ”iyi de zamma razı olmayan sürücüler de normal sırasını beklesin” diyeceklerdir. Doğrudur, o da olabilir ama en azından o uykulu gözleriyle parası çok olanların resm-i geçitini izleyip bir sonraki vapura kalmayı göze alarak…

Düşünün:
Bayramlarda ve küçüklü büyüklü tatillerde ya da hafta sonunda iskeledesiniz.
Önünüzdeki araç kuyruğu birkaç vapura sığmayacak kadar uzun, yol yorgunusunuz ve gecenin bir vakti.
“Normal” sıranızda bekleyip orada sabahlamayı mı göze alırsınız, yoksa mecbur kalıp yüzde 40 fazla para mı ödersiniz?.

Haydi beklemeye razı oldunuz; bir düşünsenize… siz ve sizin gibiler ilerlemeyen sıranızda beklerken önünüzdeki vapurlar “zamma razı” araçlarla gözünüzün önünde dolup dolup kalkıyorsa size ne zaman sıra gelir?

“Eh ne yapalım netice itibariyle özel sektördür” “ adam bu işe para kazanmak için girdi” de diyebilirsiniz.
Ona da kabul.
O zaman iskelelerde bekleşen halkımız birilerinin kulağını çınlatıp “sen satmasaydın şimdi ya buralarda şu gelmeyen sıraları beklemeyecek ya da bu zamları ödemeyecektik” de mi demeyecek?
Haydi onu da deme ey halkımız, ama bil ki bu arada yapılan yüzde 40’lık zam İDO’nun güle oynaya elden çıkarılması sayesinde yapılmıştır.

İDO satılmasaydı böyle yüzde 40’lık bir zammı kamuda kimse göze alamazdı.
Vatandaşın cebinden de böyle bir para çıkmazdı.
Haydi, satılmasa da bu belediyeciler “zam yapmak zorunda kaldık” der yine de aynı zammı yaparlardı diyelim; hiç olmazsa “Çok parası olan öne geçsin, boş yer kalırsa diğerlerini alacağız” gibi bir tabloya izin verilmezdi.

***
İngiliz ya da falan yerden gelmiş “yatırımcı” haklı.
O buraya para kazanmaya gelmiş.
Baştan “yatırmış”sa, şimdi de “kaldıracak”.
Sen oraya gitsen oradakileri mi düşüneceksin, cebini mi?
Üstelik “Ben memlekete döviz kazandırdım” fiyakasını yapman da işin cabası olmayacak mıydı?

Bunu biz baştan “sat-tır-ma-ya-cak-tık”.
Daha doğrusu, bu satışta halkımız adımıza yetki kullanıp “bak” oradan aldığımız paralarla neler yapıyoruz… “bak” şimdi İstanbul’a “İkinci Boğaziçi”ni getireceğiz, üstelik cari açık da azalıyor” diyenler bu kadar kolay satamayacaklardı.
Biz de olaylara “bakar-kalmak” durumunda kalmayacaktık.

Onlar bu işin eski ustasının deyimiyle babalar gibi sattı, biz öylece baktık kaldık.
Şimdi de halimiz, Yahya Kemal’in o hüzünlü şarkısındaki gibi:
Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin”
“Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde”

Gebze’de ya da Yalova’da körfeze açılan bir İskelede, “parayı bastıranların” önünden geçip geçip gitmesine razı olmak durumunda kalan herkes iyi bakmalı o gün körfezin derin sularına.
Onu böyle sulara “baka kaldıran” şey, cebinde bilete feda edilecek bir “yirmilik” daha bulunmaması değil, maalesef seçtiklerimizin toplu taşımacılığın bir kamu hizmeti olduğu anlayışından “özelleştirme” bahanesiyle uzaklaşmış olmalarıdır..

Bülent SOYLAN