Sanat, siyaset ve particilik üzerine kısa bir gezinti


Latinler “Ars gratia artis” derlermişler.
Yani“Sanat sanat içindir”.
Bu sözü ilk defa latinler mi yoksa başkaları mı söylemiş bilemiyoruz ama doğruluğu yüzyıllarca yıllarca tartışılagelmiş.
Kimiler, evet “Sanat sanat içindir” derken kimileri de “Hayır efendim, sanat toplum içindir” diye karşı çıkmışlar.
 
Malum…
Bu günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bizdeki eski adı “Dar’ül bedai” olan Şehir Tiyatroları kurumunun yönetmeliğinde değişiklik yapma kararı alıp “araya birkaç da bizden adam koyalım” dediğinde ortalık karıştı.

Kim bilir, belki de sanatçının toplumla iletişimde bir zaafı olduğu düşüncesiyle destek atmak istemişlerdir.

Tiyatrocularla birlikte pek çok kişi bu “toplumsal amaçlı icraata”  itiraz edince İstanbul yerel yönetiminin icraatına aynen metro işinde olduğu gibi “merkezi yönetim” den kuvvetli bir destek geldi:
Sayın Başbakan, “Bunlar sanat için sanat yapıyorlar”  diyerek o yüz yıllardır bir türlü sonuca bağlanamayan tartışmayı toplumumuz açısından sonuçlandırıverdi.
“Sanat toplum içindir”.
İtiraz olan mı var?
Yok…
O zaman bunların daha toplumcu olabilmesi için özelleştirilmesi gerekir dedi;
Hem maaş al, hem yönetimi eleştir olmaz!
Gerektiği yerde “hükümet olarak” sponsor oluruz.

Peki, madem “sanat sanat için değil toplum içindir” diyorsunuz bunu kabul edelim; olabilir, bunca yıldır tartışılır dururdu zaten.
Buna diyecek yok da; o sanat toplum için olduğunda neden kendisine maaş ödeyen yönetimleri eleştiren eserleri sergileyemez?
Yönetimlerin eleştirilecek yanı olmaz mı hiç?
Yönetimi eleştiren sanat zaten toplumsal bir iş yapmıyor mu?
Hatta o eleştiriler yönetimi de ikaz etmeye yaramıyor mu?
Sizin kastettiğiniz “toplum” acaba nasıl bir toplum?
Toplum için sanat yapmak o toplumu sadece “iktidarın amaçladığı yönde yoğurmaya yönelik sanat yapmak” mıdır?
Sanatçı parayı veren iktidarların düdüğünü mü çalmalıdır?

O zaman o belediye yönetmeliğinin 2 numaralı “Amaç” maddesinde neden hala;

İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu, bir temel hak olarak Anayasanın güvence altına aldığı sanatın ve özellikle tiyatronun toplumsal görevine uygun olarak halkın kültürel üretiminin, çağdaş eğitiminin Sanat düzeyi ve bilincinin yükseltilmesine katkıda bulunmak; bu katkıyı gerçekleştirmek için yerli ve yabancı tiyatro eserlerinin seçkin örneklerini seyircisine ulaştırmak, Türk Tiyatrosunun geleceğe yönelik yaratıcı atılımlarına önderlik etmek amacıyla kurulmuştur.” yazar da “Tiyatro, toplumu hükümetin istediği biçimde yönlendirmesi için sanat yapar” yazmaz?
Oldu olacak burasını da değiştiriversenize hazır eliniz değmişken.

***
Gelelim buradan “siyaset”  ve “particiliğe”.
Sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi yapılması gerektiği konusundaki tartışmanın aslında siyaset için de yapılması gerekir.
Gerçekten, şu çok kişinin tartışıp durduğu siyaset “siyaset için” mi yapılmalıdır yoksa “particilik için” mi?
Siyasetçilik nedir, particilik nedir?

Konuyu biraz daha açmak için bu soruyu yukarıdaki örneğe benzeterek bir daha soralım:
Acaba siyaset yani politika bir politikanın, örneğin sosyal demokrasinin tanıtılması, geliştirilmesi, iktidara getirilmesi için mi yapılmalıdır yoksa particilik için mi?
Ya da adı parti olan bir organizasyonun büyütülmesi, halen o organizasyonda yer almış kişilerin bir biçimde iktidar sahibi edilmesi için mi?


Tanımlarından yola çıkarsak “siyaset” denen şey toplumun daha iyi yönetilmesi konusundaki temel görüş ise, “parti” işte bu temel görüş etrafında toplananların oluşturduğu birliktir.
Dolayısıyla “particilik” de bu temel görüş etrafında oluşturulan birlik ve beraberliğin korunması, yaşatılması, yaygınlaştırılması ve nihayet iktidara taşınmasıdır.

Dikkat edilirse bu tanımlara göre “particilik” hiçbir zaman için “kankalık”, “hemşehrilik” “biat”  “ekipçilik” “benim adamımcılık” gibi bir temele dayanmıyor.
Particiliğin dayandığı tek esas; partinin temel görüşleri etrafında birleşmiş olanların birlik ve beraberliğinden, giderek çoğaltılmasından, parti siyasetinin güçlendirilmesinden yola çıkılması.
Ama ne yazık ki uygulamaya baktığımızda bu tür “particilik” sadece parti içinde yer tutmaya, koltuk kapmaya dayanan ve ne bahasına olursa olsun “kişisel sonuç almaya” yönelik bir gayret olarak görülüyor.
Tamam, kabul de; diyelim ki birileri birilerine çelme taktı, biri birilerini görmezden geldi, falanı tezgâhladı ve kendi açısından amacına ulaştı.
Peki ya bu partide bir araya gelmenin asıl amacı olan “temel siyasi görüşün yüceltilmesi, onu gerçekleştirecek insanların birliği” işi ne olacak?
“Particilik” tamam da, “parti” dediğimiz o siyaset birliğine bu durumda nasıl ulaşılacak?

***

Bana “siyaset mi” “particilik mi” diye sorarlarsa, “önce siyaset” derim.
Hatta siyaset sahibi olmak, bir siyaseti gütmek particilikte her zaman bir sonuç vermeyecek olsa bile.
Çünkü içinde siyaseti ikinci plana düşürülmüş partinin particiliğinin de anlamı yoktur. “siyaset” her zaman particilikten daha kalıcıdır, daha onurludur.
Ne siyasetler vardır ki ortada partisi bile yoktur ama her zaman ağırlığı, her zaman saygınlığı vardır.
Hatırlayın bu güne kadar memleketten kaç partinin geçtiğini, bir hesaplayın o gelip geçen partilerin particilerini.
Neredeler acaba şimdi?
Partileri “gitmiş”, o partilerdeki particilikleri de partileriyle birlikte “bitmiş”tir.
Sonuç:
Parti particilik yapmak için değildir; parti siyaset yapmak içindir.