Siyaset tek başına yapılmıyorsa
bu işlerde kimler kimlerle birlikte olmalı?


Öyle kimselerle “karşılıklı oturup konuşun, uluorta tartışın” demiyorum…
Hani zaman zaman darlanıp kendinize “nasıl olacak bu memleketin işleri” falan diyorsunuz ya; işte tam da o havadayken şöyle başınızı iki elinizin arasına alıp kendi kendinize bir düşünün bakalım:

Eğer yapıyorsanız ya da yapacak olsanız; siyaseti ne için yapmak istersiniz?
Topluma hizmet için mi?
Kişisel çıkarlar için mi?
Olmayınca, topluma yararlı olamadığınıza mı üzülürsünüz yoksa treni kaçırdığınıza mı?
Ya da biraz ondan, biraz da öbüründen dolayı mı?

İşte tamamen kendinizle baş başa kaldığınıza, kimseler duymadığı için de kendiniz söyleyip kendiniz dinlediğinize göre, -eğer kendinizi bile aldatmayı düşünmüyorsanız- buna istediğiniz gibi ve çok gerçekçi bir cevap verebilirsiniz.

Bu cevabı “ben siyaseti topluma hizmet için yaparım ya da yapmak isterim” diye verenler, işin mantığı gereği siyasette özveride bulunan, doğrulara evet diyen, yanlışa karşı çıkan ve kendi çıkarından çok toplumun çıkarını düşünebilenlerdir.
Neden?
Çünkü siyaseti toplum için yaparım deyince yapılması gereken tam da budur.
Zaten siyaset de aslında toplum içinde yapılır.
Asla tek kişi etrafında dönen bir oyun değildir.

Toplumculuk zordur… insanın bu tabiatın bir ürünü olmaktan kaynaklanan egosuna oldukça terstir ama bunu yapabilen de artık “kamil”dir, olgunlaşmıştır.
*
Kendi kendinize, kimselere duyurmadan verebileceğiniz ikinci tür cevap; “kendim için yapıyorum” şeklinde olabilir.
Ama yine de kendinizi buna ne kadar yatkın gördüğünüzü anlamak için şöyle bir aynanın karşısına geçip “ben siyaseti kendi çıkarım için yapıyorum deyin ve ilk 30 saniyede kulaklarınızın kızarıp kızarmayacağını kontrol edin.
Kızarıyorsa siz aslında o kadar da çıkarcı sayılmazsınız, kendinizden utancınız sizi hafif bir gayretle düzeltebilir.
Kızarmıyorsa, hiç korkmayın. Bundan sonra millet sizden korksun.
*
Üçüncüsü de “biraz topluma hizmet edeyim, biraz kendime yarasın” bileşimidir.
Koca bir dünyada, koca bir ülkede, çevrenizde ve hatta tam karşınızda her zaman, her üç türden de “siyasetçi” de bulunabilir.
“Olmaz”, ben etrafıma baktığımda göremiyorum demek yalan olur.
“Asla olmaz” derseniz ya çok safsınızdır ya da bu ikinci türdekiler gibi basbayağı “siyaseten” söylüyorsunuzdur.

*
Şimdi o cevabınızı kendinize saklayıp etrafınıza, daha doğrusu birlikte siyaset yapacaklarınıza, bu yolda beraber yürüyeceklerinize dikkatlice bir bakın.
Çünkü siyaset denen şey; zaman zaman oluşan çeşitli fikirleriniz ya da dünya görüşünüzdür, “Niyetiniz” kendi kafanızda dolaştığı sürece sadece siyasettir de…
“siyaset yapmak” dendiğinde o artık bir “eylem”dir, sonuç yaratan şeydir.
İş eyleme dönüştüğünde önem kazanır.

O kafanızdaki düşünce oy kullanırken eylemdir,
Karşınızdaki ile tartışırken ileri sürdüğünüz tezlerle eylemdir,
Kahvede sohbet ederken eylemdir,
Örgütlenirken eylemdir,
Birini desteklerken eylemdir,
Yakınlarınızı yönlendirirken eylemdir,
Mitingde eylemdir…

Karşınıza bakınca ne görüyorsunuz?
Birlikte siyaset yapacaklarınız ya da yaptıklarınız “siyasi eylem”lerinde kendi çıkarları için mi yoksa topluma hizmet amacıyla mı siyaset etmekteler?
Anlamak çok zor değil.
Üç beş laftan, birlikte birkaç adımdan sonra çözersiniz onu.
Gizlenmez çoğunlukla.
Gizlenmeye çalışılsa da sırıtır bir yerinden adamın “lümpen”liği.
Öğrendiniz ya;
Karar sizindir artık:
Siz bu “toplu eylem”de onlarla birlikte olduğunuzda aranızdaki ortak yan “topluma hizmet anlayışınız” mı olacaktır yoksa “karşılıklı çıkar ilişkileri”niz mi?

Özellikle kapının arkasında geçen söyleşiler açık eder durumu.
Her ikisi de olabilir.
Hatta yaşamın içinde her ikisi de ortalarda dolaşmaktadır.
Şaşırmazsınız aslında ama… saflığa da vurmayın sakın.
Hele kendinizle konuşurken, aynanın karşısındayken…
Dedik ya “insanlar çeşit çeşit” diye.
İlişkiler de çeşit çeşittir doğal olarak.

Eylemleriniz “çıkarlarınız dolayısıyla” ortaksa, hatta adeta “birlikteyiz ve böylece daha güçlüyüz” diyorsanız, yaptığınız sadece çıkar birliğidir.
Üzerindeki örtü “siyaset yapmak” olsa bile fark etmez.
Buna ancak “Hayırlı işler” denir.
Ama yine de dikkat edin:
Çıkar denen şey görecelidir; azı vardır, çoğu vardır ve bu iş bir aynen bir “alım-satım”dır.
İş ticari olunca, bu gün alınan, yarın fiyatı denk düşünce satılır.
Alınıp satılmayanlar sadece bu işleri kendi çıkarları için değil, topluma hizmet olsun diye yapanlardır.
Onların tek çıkarları –olsa olsa- bunu yapmaktan dolayı duydukları “iç huzur”dur, hazdır.

Gelelim kendilerini bu işlerin dışında sayanlara...
Siyaset, içinde bu tür alışverişlerin, müthiş asansör atraksiyonlarının görüldüğü bir alan halinde yürüyorsa; ama bu işlerde kimin indirilip kimin yukarı çıkarılacağı sizin elinizle belirleniyorsa…
Aman elinize sahip olun.
Hatta “ben bu işlerden anlamam, siyasette falan yokum” bile demeyin.
Anlarsınız, anlarsınız da… Genellikle “ha dendiğinde” ortalarda görünmezsiniz.
Ama o zaman da bir bakarsınız ki atı alan Üsküdarı geçmiş, sizi öte yakada bırakmışlar.
Aranız olmuş derya deniz.
Sonra da aranızdaki o denizi aşabilmek için karşı sahile bakar bakar durursunuz.