Her gün bir yerden göçmek ve
göçmen hüznünde kavuşma sevincini aramak


Osmanlı’nın Balkanlardaki bozgununun üzerinden yaklaşık 100 yıl geçmiş.
O günlerde Makedonya’nın Köprülü kasabasından yola çıkıp İstanbul’a gelen benim dedem yol boyunca “kişisel olarak” acaba arkasında bıraktığı memleketinin hüznünü mü yaşıyordu, yoksa Karaman’dan çıkıp bir dönem Balkanların Osmanlısı olarak yaşamaktan usanıp nihayet anayurduna dönmekte olmanın tatlı heyecanını mı?
Bilemiyorum.

Bildiğim, daha doğrusu öyle olduğuna inandığım bir şey var, o da şu:
Kişisel duygular herkesin ruh haline ve zamana göre farklı olabilir ama;
“Kitlesel” göçlerin hepsi de birer destan.
Kimi açılmanın, genişlemenin, yayılmanın hatta yeniden doğuşun destanı; kimisi insanların kendi topraklarından sürülüşünün, eziyetin, sefalete ve belki de bir yok oluşa doğru yelken açmanın…

Tarih bunların örnekleriyle dolu değil mi?
Örneğin; her yıl artık her düşünceden ve kademeden kamu görevlilerinin bile sembolik olarak demir dövdüğü, şenliklerle kutladığı “Ergenekon’dan çıkış” kurtuluşun, açılmanın destanıdır.
Bunun yanı sıra, çok yakın bir zamanda; 1960’larda, Almanya’ya Ruhi Su’nun söylediği türküdeki gibi “bin yeşil mark için yaban ellerini süpürmeye”, ya da yeraltındaki maden ocaklarında, gurbette çalışmaya gönderdiğimiz yüz binlerin Sirkeci’den gidişi “hüznün” göçüdür.

Ya 1923’deki “mübadele”ye ne demeli?
Türkiye’deki rumlar Yunanistan’a, Yunanistan’daki Türkler Türkiye’ye.
Bu göçte ise, hüznün ve sevincin her ikisi de var şüphesiz;
Her iki taraf için de; anavatan’a dönüşün sevinci…  geride bırakılanların hüznü…
“Mübadele” Kim bilir o insanlarda nasıl karışık duygular yaratmıştı?

*
Her şeye sevgiyle, hoşgörüyle yaklaşan bir kâmil insan; Mevlana, üstelik Moğol tehlikesi karşısında babasıyla Afganistan’daki Belh’ten İran’ın kuzey-doğusundaki Nişabur’a, oradan Irak’ın Bağdat’ına, oradan Suriye’nin Şam'ına, sonra Anadolumuzda Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) göçtükten sonra bakın kendi yaşadığı o bunca göçünden sonra neler söylüyor:

   Her gün bir yerden göçmek ne iyi
   Her gün bir yere konmak ne güzel
   Bulanmadan donmadan akmak ne hoş
   Dünle beraber gitti cancağızım
   Ne kadar söz varsa düne ait
   Şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Söylediklerine katılmamak elde değil.
Dün, göçün hüznüyle ya da kavuşmanın sevinciyle geçmiş tam bir yüz yıl geride kaldı.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

*
“Ebru”yu bilir misiniz?
Kabaca anlatırsak; hani özel olarak hazırlanmış bir suyun üzerine değişik renklerde boyalar akıtılarak yapılan ve o boyalar suda yüzerek serbestçe şekillendikçe kendiliğinden ortaya çıkan rengarenk desenler vardır ya.
Olaya toplum bilim açısından bakarsak her göç aslında bir tür ebru çıkarır ortaya.
Acı ve tatlısı bir yana; kültürlerin, bilginin, ırkların, düşüncelerin yeryüzü coğrafyasındaki salınımları bir süre sonra iç içe geçip; renkleri adeta bir gök kuşağı gibi yan yana getirip, sonra iç içe geçirdikçe o toplumlara daha parlak bir renk, daha hoş bir toplumsal desen yaratmazlar mı?
Sanırım Mevlana’nın dediği de göçün her türlü hüznüne karşın ve elbette üzerinden bir yüz yıl geçtikten sonra ancak bu şekilde ondan beklenen mesajı verebiliyor:

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel”

*
İyi de peki o yüz yıl geçene kadar ne yapacağız diyeceksiniz değil mi?
Toplumların kendi içlerine kapanmayıp –daha doğrusu hapsedilmeyip- yan yana olması, bir birlerinin kültürlerini görüp tanıması ve sonra bu karışımdan daha hoş toplumsal desenlerin çıkması
Nazım Usta’nın deyişiyle bu dünyada;

“Bir ağaç gibi hür,
ve bir orman gibi kardeşçesine”


 yaşanmasından güzel bir şey yoksa; niye bu sınırlamalar?
Niye bu kinler, bu reddetmeler ve acılar?
Vahşi kapitalizmin “vakit nakittir” deyip o yüz yılı düşmanlıklar yaratıp kitleleri savaşlara sokarak paraya çevirme gayreti mi?
Niye göçler hep  “Bulanmadan, donmadan akmak” olmasın?
Niye göçler daha iyiye, daha kardeşliğe, daha birlikteliğe yönelmesin?
Bırakalım eski acıları bir yana;

   Dünle beraber gitti cancağızım
   Ne kadar söz varsa düne ait
   Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Gelin yeni göçleri bizler yaratalım; onları kavuşmanın heyecanına çevirelim;
Birilerinin vahşi arzuları ortalığı bulandırmadan…
Duygularımız donmadan.