Siyasette ayağı sağlam yere basmanın yolu “halk” ve “örgüt”


Ayağını sağlam basacaksın derler.
Kim ayağını sağlam basmak istemez ki?
Sağlam bas, devrilme.
Sağlam bas, kayma.
Sağlam bas, gömülme.
İyi de, bu işteki sağlamlıktan kasıt; bacağın sağlamlığı mı yoksa basılan yerin sağlamlığı mı?
Düşünelim:
-Yer sağlam, bacak titrek
-Bacak sağlam, basılan yer sakat…
Öyle olmaz!
Demek ki her ikisi de sağlam olmak zorunda.
O zaman lafı şöyle anlamalı:
“Sağlam bacak, sağlam yere basmalı”
Siyaset gibi “yaşayan” ve “her an değişebilen”, eskilerin deyimiyle “mütehavvil” bir alanda bu iş tabii ki her şeyden daha da hassas bir konu olarak görülmeli.

*
O zaman siyasette “sağlam bacak” ne, “sağlam yer” ya da “sağlam zemin” ne?
Siyasetin içinden birilerine sorarsanız tabii ki sağlam bacak hiç şüphesiz kendileri; zaten o sağlam ayaklar nereye giderse bedeni yani bizleri de oraya götürmüyorlar mı şu anda?

Öyle ya, toplumun şuradan dönmesi, şuraya gitmesi gerekiyor deyip bir biçimde götüren onlar.
Bir zamanların Ankara’sında 17 yıl kadar valilik yapmış Nevzat Tandoğan’a ait olduğu ileri sürülen “Bu memlekete komünizm gelecekse biz getiririz, size ne?” sözü bunu çok özlü bir biçimde anlatmıyor mu?

Şöyle etrafa bakacak olursak, gerçekten de bazıları neredeyse hemen her şeyi tek başlarına kendilerinin belirleyebileceği inancında.

“Son sözü söylemedim”
“Bu işler benden sorulur”
“Ben yaptım”
“Ya sen kim oluyorsun da…”
“Ben anlamam, bana yutturamazlar”
Yani şu demek isteniyor:
“Sağlam bacak benim, ben nereye götürürsem oraya gidersin, nereye basarsam oraya basarsın”

İyi de; yan veya yanlış yere basarsan?
……………?

*
Siyaset gibi, topluma ve tarih önünde hesap verme zorunluluğunun bulunduğu, üstelik -artık bir “kıdemli” siyasetçi olan Süleyman Demirel’in dediği gibi- 24 saatin uzun zaman sayıldığı bir ortamda ayağı yere sağlam basmanın yolu yordamı nedir diye hep birlikte düşünelim mi?

“Siyaset”i vadesi açısından kısa ve uzun diye ikiye ayırmak mümkündür:
Kısa vadeli siyaset, bir “temel” politika çizgisinde ama “o günün koşullarında” yapılması gereken siyasettir. “Bu gün böyle yapılması gerekiyor, yaptım” dersiniz ve yaparsınız; -adı üzerinde- süresi kısa olduğu için hemen ertesi gün sorulduğunda da mutlaka bunu neden yaptığınızı anlatmak ve karşınızdakileri ikna etmek zorundasınızdır.

Ettirdiniz ettirdiniz, ettiremediniz size kimse üst üste bu kısa siyaset imkânını vermez.
Kendi kendinize; olsun “bir günlük beylik beyliktir” deyip belki kişisel olarak kazançlı çıkıyor görünebilirsiniz ama unutulmasın; siyaset o verdiği beyliği bir süre sonra silebilen hatta misliyle olumsuza çevirebilen bir düzendir.
Meydanlara, cadde ve sokaklara, önemli kamu binalarına verilen adların bir süre sonra sessizce nasıl da değiştiğini, tabelaların indirildiğini görenler bunu bilirler..

“Payanda” ile sağlanan koşullu ve süreli destek bir yana; makbul ve kalıcı olan, bir süre sonra olumsuza dönmeyecek olan, “uzun vadeli” siyasettir.
İşte sağlam bacakların sağlam yere bastığı da, ancak bu tür siyasette görülebilir.
Bunu ister millet, ister siyasi partiler için düşünelim; yalnızca adı ya da kitabında yazılı olması değil, uygulamaları ile demokratik olan toplum ya da topluluklarda sağlam bacağın basacağı “zemin” sadece ve sadece “kendisi adına hareket edilmekte olan kitle”dir.
Yani; toplum açısından “halk”, bir siyasi parti açısından ise “örgüt”

Örneğin; halkın neyi istediğini anlamaya çalışmak varken tutup da “karşıt” olduğu şeyleri “dengelemek” gibi bir politikayla oy alamazsınız.
Örgütünüzün hesaba katılmadığı bir çatı, kendi içinde bir “statik” yani sistemi ayakta tutabilecek “iç denge hesabı”na dayanmadığı zaman “ömürsüz” olmaya ve bir gün olumsuza dönmeye, tersine etki yaratmaya mahkûm değil midir, ne dersiniz?