Gençler için kimde iş çok kimde hiç iş yok?


Bir fedakârlık, bir gayret, bir ümit…
Genci alıp dört yıl üniversitede yetiştiriyorsunuz;
-“Söyleyin bakalım siz bu okulu bitirince nerede çalışacaksınız?”
-Özel sektörde!
-Niye, devlette iş bulunmuyor mu?
-I-ıh, devlet bu işleri bıraktı, hem….
*
Üniversiteyi bitirdiğin halde sen hala bir iş bulamadın mı?
-Maalesef, bir sürü yere CV bıraktım tık yok. Hala haber bekliyorum.
-Niye bekletiyorlar ki?
-Her halde ellerinde verecek iş yok, ne bileyim!
*
Nasıl olsun ki!
Düşünelim bir bakalım:
Özel sektör bir adama neden iş verir?
-İşe aldığı adamın da katkısıyla mal ya da hizmet üretip satarak para kazanmak için değil mi?
-Öyle tabii, başka niye para ödesin ki?
-Demek ki bir üniversitelinin iş bulabilmesi için önce özel sektörün onu çalıştırmaya ihtiyacı olması lazım. Bu ihtiyacının doğması için de işe alacağı adamla birlikte üreteceği mal ya da hizmeti satabilmesi.
-Doğru tabii, satamayacağı malı için neden eleman alıp üretmeye kalksın adamlar?

*
-Ne üretecekti?
-Hangi birini sayayım ki?
Örneğin… Bilgisayar, düdüklü tencere, bisiklet, tekstil, kağıt, porselen eşya, dondurulmuş gıda, içki, cep telefonu, televizyon, ampul, bilgisayar yazılımı, boya, ilaç, makine, kozmetik, gömlek, çarşaf, tohum, müzik aleti, gemi, deri mamulleri, otomotiv ürünleri, seramik, musluk, biyomedikal, çamaşır makinesi, ayakkabı, kemer, toka, şemsiye,… hatta incik boncuk;
Hani bir zamanlar ne alırsan bir liraya” dükkanları var ya, işte orada satılanlara kadar her şey!

-Peki satabiliyor muymuş?
-Satamıyormuş!
-İyi ama bu saydıklarının hepsi zaten çarşıda pazarda alınıp satılmıyor mu?
Bu malların üretimi için hepsinde de senin gibi elemanlara ihtiyaç yok mu?

-Var, satılıyor da… ama hemen hepsi ithal.
Dolayısıyla aklı olan hiç kimse bu işin üretimine girmeye kalkmıyor, mesele para kazanmaksa dışardan hazır alıp satıyor ve zaten kazanıyor. Böylece ne yatırım, ne araştırma geliştirme masrafı, ne kalite tutturma derdi, ne ücret, ne vergi-sigorta, ne kıdem tazminatı düşünmeye gerek kalmıyor.
Baktın piyasaya bu mal gidiyor, bu gün getir yarın sat.
Tuttu tuttu… tutmadı, onu bırak başkasını ya da başkasının malını getir.

*
Anlaşılıyor ki, bir ülkede “yerli malı üretimin” şansı olmadığı zaman o malı tasarlayan, araştırıp geliştiren, üretiminde çalışan kadrolara da gerek kalmıyor. Dolayısıyla kendisi üretmeyen, tüketimini dışarıda üretilen mal ve hizmetlerle karşılayan toplumlarda, bu süreçte görev alabilecek gençlere de iş yok!
Biliyor musunuz; o dünyanın her yerinden bizim gümrüklere konteynerler dolusu ithal malı getiren gemiler, koca koca tırlar aslında hep gençlere işsizlik getirirler.
Aslında her konteyner ağzına kadar işsizlikle doludur.

-Bu ekonomide kime iş var peki?
-Araştıran, geliştiren ve üretene olmayacağına göre “pazarlayana” tabii.
İş özel sektörcülükse, malı yabancı ekonomiler ürettiğine göre geriye bunu Türkiye’de pazarlamak kalıyor.
Dolayısıyla bu piyasada bir malı halkımıza kim daha iyi pazarlayabiliyorsa, halkı daha fazla tüketime ve daha iyi fiyatla satın almaya kim ikna edebiliyorsa ona iş var tabii.
-İyi tezgahtara mı yani?
-Evet, böyle demek çok yanlış da sayılmaz. Çünkü pazarlama denen iş öyle üniversite sıralarında dirsek çürütmeyi, laboratuvarlarda gecelemeyi gerektiren bir çalışma olmadığına göre pek “yüksek eğitim”e de ihtiyaç kalmıyor, yüksek eğitimliye de.
*
-İyi de şimdi bizim CV’lere cevap çıkmaz mı dersiniz bu ara?
-Moral bozmak gibi olmasın ama iş bayağı zor.
Adeta bir çuval pirinç örneği gibi…
Hani bu arada şansı diğerlerinden pek fazla olan birkaç kişi kendi durumunu kurtarabilir ama genel olarak söylersek bu ekonomi başka ülkelerin insanlarının buluşlarını kullanmaya, ürettiklerini tüketmeye devam ettikçe bizim üniversitelilerimiz için işsizliğin azalması mümkün değil.
-Peki sonunda?
-Hani bir zamanlar bir komşu ülkede vinç operatörlerinin, kamyon şoförlerinin bile üniversite tahsilli olduğu söylenir ve “ne eğitimliler yahu aşk olsun!” denir, bu iş oradaki kültür düzeyinin yüksekliğine bağlanırdı ya...
Bak bir süre sonra aynı şeyler bizde de söylenebilir.
Yani bir süre daha bekledikten sonra insanlar “umdukları” değil “buldukları” işte çalışmak zorunda kalırlar.
“O işler hangileri, nerededir?” derseniz söyleyelim;
Bu memlekette ne iş yapabilirim diyorsanız maalesef bizim gazetelerin “küçük” ilanlarına bakacaksınız.
“Ya dışarıda?” derseniz;  üretimi onlar yaptıklarına göre tabii ki şu anda bizim tükettiğimiz ithal mallarını üreten ülkelerde…
Oralarda eğer onların kendi yetişmiş elemanları üretimlerindeki ihtiyaçlarına yetişmiyorsa, ya da siz onlardan daha ucuza çalışmaya razıysanız bir ihtimal onların bizim üniversitelerin yetiştirdiği ar-gecilere, tasarımcılara, mühendislere ve üretimi bilen insanlara iş verme düşünceleri olabilir.
Gerisi bir gün bizim ekonomide yapılabilecek büyük değişikliğe bağlı.