“Hey Corç versene borç”dan,
“Gel Corc al sana borç”a mı?


“Tornistan” nedir bilir misiniz?
Denizci dilinde“Geminin pervanesini ters yönde döndürmek” gibi bir anlamı varmış.
Ama biz onu; bir şeylerle dalga geçmek, en fazla da  “bilinen şarkıların sözlerini değiştirip söylemek” anlamında kullanırız.

Gazetelerde “Türkiye’nin IMF’e olan borcunu sıfırlayıp; eğer ihtiyaçları varsa bizim bu “Uluslararası Para Fonu” denen kuruma şöyle bir 5 milyar dolar kadar destek verebileceğimizi okuyunca bir keyiflendim ki sormayın.

Alışkanlık işte; IMF kelimesini görünce hiç farkında olmadan, Hakan Peker’in bir zamanlar pek popüler olan “Hey Corc versene borç,  Olmaz Maykıl bende de yok” nakaratlı
şarkısını kafamda kendime göre “tornistan” ediverdim:
“Hey Corç versene sana borç… Gel Corc ‘al sana’ borç!”
*
Daha sonrasında kendimi “bu bir devlet işidir” diye ciddiyete davet edip düşündüm:
“Yani şimdi biz yıllardır “para ver para ver” diye peşinde dolaştığımız şu ünlü “Uluslararası Para Fonu”na gerçekten borç verecek duruma mı geldik?”

Gazetelerde çıkmıştı hatırlar mısınız?
 Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 2012 Temmuzunda Bursa’da partililerine -Şüphesiz büyük bir devlet adamı ciddiyetine bürünerek- anlatıyori:

Ey güzel Allah'ım, ne güzel günlere kaldık.
1 milyon dolar bulmak için kapı kapı dolaşırken IMF bizden borç para istiyor.
Cömert insanlarız biz.
'Zor durumda mısın? Sana 5 milyar dolar kredi vereceğim' diyoruz.
Bu şaka değil devlet sözü.
IMF'ye 5 milyar dolar kredi vereceğiz.
Al sana itibar.''


Aslında bana sorarsanız bunlara bir kör kuruş bile vermemeli.
Bize yıllardır “İmzala önce şu yazdığımız niyet mektubunu” diye az mı çektirdiler, evdeki mutfak tüpünden emekli maaşının üç kuruş zammına, asgari ücretin ne kadar artmaması gerektiğine kadar az mı karıştılar?
“Bence vermeyelim… Biz de onları inletelim, ellerinden biz de “Bu parayla bak şunu şunu yapacağız” diye niyet mektubu falan alalım.” diye düşünüp; “Acaba bunları daha nasıl bir şeylere niyet ettirsek de hıncımızı tam alsak” derken meselenin aslını öğrendim.
*
Meğerse bu iş bizim şarkıdaki “Hey Corç al sana borç” fiyakası falan değil, IMF’in dünya ölçüsünde yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla elindeki fonu 1 trilyon dolara çıkarıp sermaye arttırabilmek için “senin elin müsait” diye üye ülkelerden istediği “sermaye taahhüdü” ya da saldığı “Salma”nın bize düşen yüzde bir civarındaki payıymış.  

“Sözüm ona, bizim gibi “borç verenler” ama aslında “salma” listesinde adı çıkanlardan bir kısmı şunlar:

Japonya 60 milyar, Almanya 54.7 milyar, Çin 43 milyar, Fransa 41.4 milyar, İtalya 31 milyar, İspanya 19.6 milyar, Hollanda 18 milyar, İngiltere 15 milyar, Suudi Arabistan 15 milyar, Güney Kore 15 milyar, Belçika 13.2 milyar, İsveç 10 milyar, Brezilya 10 milyar, Hindistan 10 milyar, Meksika 10 milyar, Rusya 10 milyar, İsviçre 10 milyar, Norveç 9.3 milyar, Polonya 8.3 milyar, Avusturya 8.1 milyar, Avustralya 7 milyar, Danimarka 7 milyar, Türkiye 5 milyar, Finlandiya 5 milyar, Singapur 4 milyar, Lüksemburg 2.7 milyar, Slovakya 2.1 milyar, Malezya 1 milyar, Yeni Zelanda 1 milyar, Filipinler 1 milyar, Güney Kıbrıs 600 milyon, Malta 300 milyon dolar veriyorlar.

Peki bu listedekiler şimdi “Hey Corc al sana borç!” diyen “cömertler” mi?  
ve de acaba bunlar gerçekten keyfi yerinde ve borçsuz ülkeler mi?

Hayır, ne alakası var?
Alın İngiltere’yi; dış borcu tam 9 trilyon dolar. Fransa 5 trilyon dolar, İspanya 2,4 trilyon dolar, Polonya 201 milyar dolar, Güney Kıbrıs 32,8 milyar dolar.
Mesela bu hesaba göre IMF’ye 600 milyon dolar borç vermek “zorunda” olan bu “Cömertgiller”den birisi olan Güney Kıbrıs’ta millet parasızlıktan bir birini yemiyor mu? Bankalar sistemi çökünce gidip Rusya’dan 2,5 milyar dolarcık borç almadı mı? Bu da yetmedi de bir o kadar daha istemedi mi? Rum Maliye Bakanı “memur maaşlarını ödeyecek param yok” demedi mi?

Son bir haber:
 “Rumların yeni seçilen lideri Nikos Anastasiadis ve Maliye Bakanı Mihalis Saris dün Brüksel’de AB Maliye Bakanları’nın oluşturduğu Eurogroup toplantısında sabaha kadar devam eden pazarlıkların ardından IMF ve AB’nin şartlarını kabul etmek zorunda kaldı. Anastasiadis, IMF’nin 2 büyük bankanın tamamen kapatılmasını istemesi üzerine bir ara masadan kalktı. Mihalis Sarris, “Devletimiz tamamen batıp sermayemizin yüzde 90’ını kaybetmemek için anlaşmaya mecbur kaldık” dedi. (Hürriyet)"

Demek ki olay şarkıdaki gibi “Al sana borç” falan değil, kelimenin tam anlamıyla “Salma”dır. IMF, dişini geçirebildiği ülkelere “bırak borç morç lafını, ben istediğimde sen bana şu kadar ödeyeceğini kabul et bakalım” demiştir.

Nereden belli?
Çünkü IMF’in statüsünde “Dünya para dengelerini istikrarlı tutabilmek için gerektiğinde birilerinden alıp birilerine verme yetkisi vardır ve şimdi de dünyadaki durumu çok durumu kritik görüp bunu yapmıştır.

Dünya Bankasında, IMF’te ve batının bunların türevi tüm kurumlarında “Ben de varım” demek zorundaysanız, bu “Salma”yı ister istemez, örneğin parasızlık içinde debelenen Güney Kıbrıs gibi bir yerlerden borç dilenirken bile ödemek zorundasınız; çünkü ya ödersiniz, ya gidersiniz.

Bizim bunu siyasilerin kürsüden salladıkları gibi IMF ile müzakere edip “Dur bakalım akşam bir de yengene sorayım” tavrıyla karşılama şansımız var mı?
Yok, çünkü bu kararları oradaki 24 sandalyeli guvernörler yani yöneticiler masası verir.

Peki kimler mi oturuyor bu masada?
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Rusya ve Suudi Arabistan birer sandalye sahibi olmuşlar. Geri kalan ülkelerden her beşine de ortaklaşa bir sandalye. “Geriye kalanlar” da “beşli”yi temsilen döne döne oturuyor sandalyeye.

Mesela bizim de başında beklediğimiz o tek sandalyede şimdilik bir Belçikalı otururken; biz, Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Beyaz Rusya, Slovakya, Lüksemburg, Kosova ve Slovenya ile “beşibiyerde” adına 2014’te iki yıllığına oturabileceğimizi düşünüp sıramızı bekliyoruz.

Herkesin parası kadar konuştuğu, karara parası kadar katılabildiği bu masadaki söz ya da oy hakkımız ise İran ve Polonya’dan da geride; sadece binde 6,1’dir.

Örnek verelim:
ABD yüzde 16,75
İngiltere yüzde 4,29
Polonya binde 7
İran binde 6,2
Türkiye binde 6,1

Lafı bağlayalım mı?
Hükümetin her dediğine -fıkradaki gibi- kafiye bulmaya çalışan belli medyanın dedikleri hadi “işin icabı” da, mesele asla Bülent Arınç’ın “Cömert insanlarız biz. 'Zor durumda mısın? Sana 5 milyar dolar kredi vereceğim' diyoruz. Bu şaka değil devlet sözü. IMF'ye 5 milyar dolar kredi vereceğiz. Al sana itibar.'' dediği gibi de hiç değil.

Dünya para düzenini idare edenler, bu bileşik kaplar sisteminde daha da güçlü olabilmek için bizi o sisteme bağlayan parasal boruyu genişletip daha akışkan hale getirmek amacıyla yeniden döşüyorlar. “Bu tertipten de, ben istediğimde beş daha vermeye hazırlan” diyorlar.
Verdin verdin, veremedin yarın sıcak para kaçınca adamın kapısına gitme şansın kalmıyor.

İşin bir adım daha ilerisine gidip bitirelim:
Hani o bizim Merkez Bankasında tepe tepe 125 milyar paramız var ya, Hükümet şimdi IMF’e, “Bu istediğiniz beş milyarı hesabımıza yazın “tamam” da, onu bu Merkez Bankası’nın uluslararası rezervleri içinde saysanız” diyor.
Şimdi bırakın temmuz sıcağında partililere anlatılan “devlet cömertliği”ni ve
“al sana itibar”ı falan.
Bizim “kendi cebimizde” bildiğimiz o paranın IMF nezdinde neye karşılık sayılacağı konusunda bile yine oranın sandalyelerinde oturan adamların ne diyeceği bekleniyor.
Yani gerçek durum:
Bir yanda “Şaka değil, devlet sözü” lafına rağmen; aynen o şarkının devamındaki gibi: “Olmaz Maykıl bende de yok!”

Bülent Soylan