Türkiye’de yaratılan kavgalar ve giden yorganın hikâyesi


Dikkat ederseniz şimdi Türkiye’de yaşanan kavgaların tamamı, “son yıllarda” diyebileceğimiz belirli bir dönemin eseri.
Belki onların çok eskilere dayanan köklerinden, tarihi geçmişlerinden de söz etmek mümkün ama, dozunun şimdi daha çok yükseltildiği, küllerinin yeniden körüklendiği de bir gerçek.

Neden böyle acaba?
“Efendim iktidar partisinin siyasi emelleri dolayısıyla…”
Peki o iktidar partisi şimdi karşı çıktığımız siyasi emellerine daha sessizce, daha derinden gitmek varken acaba niye böyle “seçim kaybetmeyi dahi göze alarak” bütün hışmıyla kavuşma atağında?
Onun bu “hışmı” muhalefete kendiliğinden; bir toparlanma, iktidara diklenme fırsatı vermiyor mu?

*
Atatürkçü Düşünce Derneği Fatih Şubesi’nin düzenlediği ve benim de katıldığım bir toplantıda, belki birilerine çok sıradanmış gibi gelebilecek ama bu işin özünü çok iyi veren bir Nasreddin Hoca fıkrası anlatıldı.
Şimdi size onu aktarmaya çalışacağım:

Hocamız gecenin bir yarısında dışarıdan gelen patırtıyla uyanır ve dışarıda ne olduğunu anlamak için sırtında yorganıyla aşağıya iner.
Sokakta birkaç kişiyi birbiriyle kavga ederken görünce ortalığı yatıştırmak için hemen araya girer; “sen dur”, “sen sus” derken birden bire kavgacılardan biri Hoca’nın sırtındaki yorganı kaptığı gibi gecenin karanlığına karışır gider.
Çaresiz ve don gömlek kalan Hoca evin merdivenlerini çıkarken meraklanan hanımının sesi duyulur: “Ne yaptın Hoca ?, Mesele neymiş? Kavga bitti mi?”
Hoca bitkin ve mahcup merdivenleri çıkarken “Galiba o kavga bizim yorgan içinmiş, yorgan gitti kavga da bitti” diye cevap verir.

Bu fıkra tabii ki Hoca’mıza “yakıştırılmakla” birlikte, içinde Türk halkının yüz yıllar boyunca oluşmuş, taa o zamanlardan bu zamanlara kadar uzanagelen ve bazı olayların arka planını düşünmemizi gerektiren ince bir sezgisi yok mudur?
Acaba şimdi Türkiye’de ansızın alevlendirilen kavgaların ardında bir “yorgan meselesi” yok mudur?
*
Günün sıcak siyasetinde ve o sıcaklıkta siyasetçilerce söylenmesi gerekenleri bir ölçüye kadar kabul etmek mümkün ama; konumu günlük siyaset yapmanın, günlük siyaset üretmenin de üzerinde olanların memleketteki asıl kavganın anlamını iyi değerlendirmesi, bazı değerlendirmeleri varsa bunları kendi kurumlarının temel belgelerine geçirmesi, -haydi sıcak siyaset gereği günlük vurgulamaları bir yana ama- fırsat buldukça işin aslını kendi örgütlerine anlatmaları, derin siyasetlerini bunun üzerine kurgulamaları gerekmez mi?

*
Türkiye’deki bu anlamsız kavgalar eğer sadece bir partinin kendisini iktidarda tutabilmesi için yarattığı yapay gerginlikler değilse; eğer bu kavgalar birilerinin atalarından kalma kinlerinin durup durup da tam bu sıralar kusulmasından ibaret değilse ve işin ucu taa bir yerlere uzanıyorsa; bu işlerin bu kadar büyütülmesi birilerinin açık seçik desteği ile gerçekleşiyorsa; bir düşünelim bakalım; acaba bu kavgalar sırasında “hangi yorganlar kapılmakta”dır?

*
Kapılan “yorganlar”, küresel ekonomi bahanesiyle bizim ekonomimizin teslim alınan iç pazarıdır; yabancılaştırılan bankacılık sektörüdür; cumhuriyet dönemi boyunca bin bir fedakarlıklarla kurduğumuz kamu teşebbüslerimizin elden çıkarılmasıdır; teslim alınan özel sektörümüzdür; yaratılan işsizlik karşısında artık boğaz tokluğuna çalışmaya bile itiraz edemeyecek duruma getirilen işçimizdir, işgücümüzdür.

Bir düşünelim bakalım: “İşte bütün bunların özeti emperyalizmdir” diyebilir miyiz?
Peki o emperyalizm bir ülkede bütün bunları gerçekleştirirken, olanı biteni göz ardı edebilmek, insanların –adeta kimilerini cambaza baktırdığı gibi- bu konularda kavga etmelerini, birbirleriyle uğraşmalarını “körüklemez mi?”
Bu körüklemede birilerinin “ortalarda görünmesi”, günlük siyasette “her şeyi belirleyen güç” olarak algılanması; acaba işin gerçek failinin kimler olduğunun araştırılmasını göz ardı edebilir mi?
Geri plandaki güç onlarca yıllık hesaplarını adım adım gerçekleştiriyor, gündemi yönetiyor iken acaba sadece o an sahnede görünenle kavgaya girmek sonunda yorganı kaptırmaya neden olmakta değil midir?
O kavgalar; inanın, yorgan gittikten sonra anlamsızlaşacak ve olay “Peki biz niye bu kavgaları yaptık” meselesine dönülecektir.
Bunun yakın tarihteki en bilinen örneği 1980 öncesi ülkücü – devrimci kavgalarıdır.

Tarih tabii ki yapılan yanlışları bir bir yazar.
İyi ama şimdi göz göre göre Türkiye’nin yorganını kaptırmakta olanlara, bunun temelindeki nedenin yaşanan kavgalar değil, bir yorgan meselesi olduğunu anlamayan ve eğer farkına varmışlarsa bir türlü anlatmayanlara biz ne diyelim?

 Bülent SOYLAN