Kral Çıplak Halk Çıplak


Bu dünyadan 1875 yılında ayrılmış bulunan Danimarkalı ünlü masalcı Hans Christian Andersen’in “Kralın Yeni Elbiseleri” adlı eserini bu güne taşırsak bakın nasıl da hoş bir şey çıkıyor ortaya:

Memleketin birinde özgüveni inanılmaz derecede yüksek ve bu özgüven, kendisinin yolda yürüyüşünü bile etkileyen bir kral varmış.

Kral, atadan kalma krallık hakkıyla ülkede her konuda fetva verir, eser, gürler ve dediğinin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda kolay kolay hiç kimse ses çıkaramazken, bu düzenden çıkarı olan yakın çevresi de “Amanın yüce kralım ne güzel buyurdunuz, siz başımızdan eksik olmayın” der onu daha da coşturacak şeyler söylermiş.

Gerçi bu ülkede işlerin pek de iyi gitmediğini gören, düşünen başkaları da varmış ama davulcu ve borazancı takımı kralın emrinde olduğu için halka seslerini duyurmada pek de etkili olamazlarmış.

Bütün bunların yanı sıra ülke günden güne kötüye gidiyormuş. Halk kralın koyduğu ağır vergiler ve yaptığı yanlış işler dolayısıyla işinden olur, geçim sıkıntısı çekerken bir kısım ulema da sanki böyle bir şey yokmuş, her şey güllük gülistanlıkmış gibi yapılanlara methiyeler düzermiş. Üstelik kendi aralarında, inleyen halk için de “nasıl olsa bunların adam olacağı yok, bari biz kendimizi kurtaralım, ne olursa olsun Kraldan taraf olalım ki şu kısacık ömrümüzü keyifli geçirelim” diye söz ederlermiş.

Böylece işler günden güne kötüye gider ve halktan çatlak sesler çıkarken, Kral halkı yatıştırmak için ne zaman bir söylev verecek olsa, yakın çevresi ile çevresindeki ulema durumu kurtarmak için hemen alkış tutar, şamata yaparmış.

Hatta bu kişiler bununla da kalmaz, konuştuğunda kralın sesi uzaklardan duyulamadığı ve ne dediği bilinemediği için ülkenin uzak yerlerine kadar ulaşıp kralın yaptıkları ve söylediklerinin dinleyen halk tarafından ne kadar da beğeniyle karşılandığını, ne kadar doğru bulunduğunu bire bin katarak aktarırlarmış.

Kralın her konuda konuşmak ve en iyisini ben bilirim tavrı kadar ünlü bir özelliği daha varmış: Dünyanın ünlü terzilerinin diktiği elbiseleri giyer, kendine göre bu konuda adeta başka ülkelerin kralları ile de yarış edermiş.

Bu kral,  bir gün ülkesinde dünyanın paraca en zengin krallarının da ağırlanacağı bir toplantıya ev sahipliği yapmaya karar vermiş. Böylece hem ülkede büyük bir gösteriş yaparak başka kralların bile kendisine ne kadar büyük saygılı olduğunu, kendine konuk olduğunu kanıtlayacak, hem de, kimse bilmiyormuş ama yine de bu arada ve hazır bir araya gelmişken onlardan üç beş kuruş da borç para isteyecekmiş.

Ülkenin hala zengin ve kendisinin ne kadar da kudretli olduğunu göstermek hatta alacağı borçları kolayca geri ödeyebilecek zenginlikte olduğuna inandırmak için bu toplantının büyük bir sarayda yapılmasını düşünmüş. Ustaları seferber edilip gece gündüz durmaksızın çalışmışlar biraz kuytuda da olsa, tez zamanda kendisine çok görkemli, üstelik yedi katlı bir saray yapmışlar.

Giyimde de üstüne kimseyi tanımayan kral, böyle bir sarayda ve böyle bir toplantıda daha önce giydiği elbiselerini giyecek değil ya; İşte bu görkemli toplantıda giyilmek üzere kendisine, gelenlere parmak ısırtacak yeni bir elbise dikilmesinin uygun olacağını düşünmüş.

Bir yerde hakkını yememek gerek. Kral hemen her konuda kendi aklına güvenir, başkalarının söylediğine itiraz edip “benim aklım bunu almıyor, olur mu hiç böyle şey” dermiş ama, bir tek sıra elbiseye gelince -herhalde dışarıdan görünüşe önem verdiği için- elbise seçiminde yakın çevresinin görüşlerine önem verirmiş.

Bu olayda da böyle yapmış.

Yakın çevresini toplayıp kendisine şimdiye kadar hiçbir terzinin dikemediği, dolayısıyla kimsenin giyemediği bir elbise hazırlanmasını emretmiş.

Bu çok kolay bir görev değil ama Allahtan bizim yakın çevrenin zaman zaman akıl danıştığı başka kralların yakın çevreleri de varmış. Bunlara pek güvenilmemekle birlikte işin içinden çıkılamayıp kafalar bulanınca sonunda bunlara akıl danışılırmış.

Yine öyle gelişmiş işler.

Nasıl bir elbisede karar kılalım konusunda aralarında bir türlü anlaşılamayıp zaman da daralınca, kendileriyle oldukça işbirliği yapılan bir denizaşırı ülkenin yakın çevresine danışılmış.

Aslında o ülkenin yakın çevresi de bu zor işin içinden çıkamamış ama nedendir bilinmez, sonunda bizim Krala müthiş bir terzi göndereceklerini ve bu terzinin kendisine henüz dünyada dikilmemiş ve görülmemiş bir elbise dikebileceğini söylemişler.

Zamana karşı yarışan Kralın çevresi nihayet o büyük toplantıya kırk gün kala ünlü terziyi getirtmiş ve sarayda hazırlanan bir atölyeye kapatmışlar.

Kral meraklı, yakın çevresi meraklı, ulema meraklı böylece günler geçmiş.

Kral dâhil hemen herkes gidip gidip atölyenin kapı aralığından içerisini gözlermiş ama bir türlü de ortada ne bir kumaş, ne bir elbise göremez, içten içe endişelenir, dertlenirlermiş.

Günün birinde Kral dayanamamış, terzinin kapısına dayanarak günlerdir neler yaptığını ve bu elbisenin ne menem bir şey olduğunu sormuş.

Zavallı terzicik, aslında o da kendi kralının emir kulu olduğu için böyle bir elbise dikeceğine söz vererek gelmiş, daha doğrusu gönderilmiş ama henüz kendi kafasında da hiçbir terzinin dikemediği, hiçbir kralın giyemediği türden böyle bir elbise kumaşı da, modeli de yokmuş.

Kralı bütün hışmıyla karşısında görünce hayatından endişelenerek “Saygıdeğer Kralım” demiş; Size öyle bir elbise hazırlıyorum ki bunun kumaşını ancak dünyanın en akıllı insanları görebilir. Dikilen elbisesi ancak en akıllı insanlar tarafından görülebilir!

Böyle bir cevabı alan Kral ne desin ki?

“Hani nerede, ben göremiyorum” dese gördüm diyenlere karşı mahcup olacak, bütün karizması yok olacak…

Mecburen “Ah tabii ki görüyorum, böyle bir elbiseyi de bana ancak saygıdeğer kralınızın gönderdiği, sizin gibi usta bir terzi dikebilirdi, ellerinize sağlık.”  demiş.

Bu dünyada hiçbir şey gizli kalmamıştır. Hiç böyle bir şey sır olarak kalabilir mi?

Kader birliği içinde birbiriyle çok sıkı dayanışma içindeki bulunan yakın çevre, Krallarının terzi ile olan bu konuşmasını duyar duymaz başlamışlar sağda solda elbiseyi kendilerinin de kapı arasından gördüğünü yaymaya. Ardından gördüğünü ileri sürenlere bir kısım ulema da katılmış.

Nasıl katılmasınlar ki, aksi halde kendilerinin bilgeliklerinden endişe edildiği gibi yerlerini elbiseyi gördüğünü söyleyen başka ulema alacak.

Nihayet beklenen gün gelmiş.

Ülkede müthiş bir şenlik rüzgârı esmeye başlamış.

Her yer süslenmiş, davullar çalıyor, borazanlar ötüyormuş. Sadece, başka ülkelerden gelen krallar ülkedeki halkın bu törenlere pek de uygun kaçmayacak yarı çıplak giyim kuşamını görmesinler diye yollardan ve törenin yapılacağı sarayın etrafından biraz uzak tutulmaya çalışılıyor, alana daha çok şık giyimli olan yakın çevrenin girmesine izin veriliyormuş.

Kral, yakın çevrenin büyük beğenisiyle karşılanan ve sadece akıllılar tarafından görüldüğü kabul edilen yeni elbisesini giymiş. Saray protokolcüsünün belirlediği yerde, kırmızı halılar üzerindeki yerini alıp konuk ülke kralları ve beraberindekileri karşılayarak huzura kabul etmeye başlamış. 

Gelen her yabancı kral, Kralın bu garip durumunu görür görmez fark ediyor ve kendini tutamayarak hafiften gülümsüyorsa da, onların bu halleri kral tarafından karşılanmaktan ne kadar da mutluluk duydukları biçiminde yorumlanıyormuş.

Bu arada, Krala o terziyi gönderen denizaşırı ülkenin kralı da gelmiş ve el sıkışırlarken “Sevgili dostum” demiş, gönderdiğim terziyi mutlaka beğenmişindir, ona tam da sana layık bir elbise dikmesini emretmiştim”

Konuk kralların saray bahçesine girişi ve ülkenin kralı tarafından karşılanışı töreni bitince sıra günün anlam ve önemini anlatan konuşmanın yapılmasına gelmiş.

Kralı ev sahibi olarak konuşmasını yapmak için ve daha heybetli görülsün diye biraz yüksekçe hazırlanmış olan kürsüye çıkarmışlar. İşte yıllarca dünyanın dilinden düşmeyen olay da tam bu sırada olmuş. 

Ne gelen yabancı krallardan, ne yakın çevreden ve ne de bir kısım ulemadan olmayan sıradan bir çocuk her nasılsa, töreni izleyebilmek için etrafı çevrelenmiş saray bahçesinin ağaçlarından birinin üzerine tırmanmışmış.

Kralı o halde görür görmez daha gerilerde merakla bekleyen halka doğru bağırmaya başlamış: Kral çıplak, Kral çıplak!

Bunu duyan halk durur mu? Hiçbir önlem para etmemiş ve kralın çıplak halini merak ederek hepsi tören alanına doluşmuşlar.

Bir de ne görsünler? Meğerse o sadece kendinin akıllı olduğunu söyleyen kendi kralları, diğer krallar ve davetli yakın çevrenin yanında orta yerde çırıl çıplak duruyor değil mi?

Bundan sonra ne mi olmuş?

Söyleyeyim; O günden sonra kral giyim merakından vazgeçip halkın giydiği türden elbiseleri giymeye başlamış. En iyi gömlek meğerse bizim eskiden giydiğimiz gömlekmiş diyormuş. Yakın çevresini ve bir takım ulemayı da saraydan kovmuş. Şimdi onlardan bazıları simit, bazıları sakız satıyor. Bir kısmı çiçekçi oldu, onlara köşe başlarında rastlayabilirsiniz. Bir tanesi de oyuncakçı dükkânı açtı, işler pek fena değil diyorlar. Uzak ülkelerden birinin kralı kendisine başbayilik vermiş. Oralardan oyuncaklar getirtip satıyormuş