Asıl mesele ekonomi savaşının eş başkanı olabilmek


Söyleyen bir ekonomist değil, bir askeri deha…
Koca bir kurtuluş savaşını yönetip kazanmış, tarih yazmış bir büyük kumandan Mustafa Kemal, bakın kazandığı onca zaferle böbürlenmek varken dönüp milletine ne diyor: 

"Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadî zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılan zaferler yaşayamaz, kısa zamanda söner"

Yani askeri zaferler geçicidir; kazanılan askeri zaferin kalıcı olabilmesi için onu ekonomik olarak da bir sonuca bağlamak gerekir demeye getiriyor büyük askeri deha.

Nitekim Lozan görüşmelerinde İngiliz temsilcisi Lord Gürzon da İsmet Paşaya bunu düşünerek şöyle dememiş miydi;
“Paşa Paşa, bugün bizden bunları alıyorsunuz ama yarın para için karşımıza geleceksiniz. Şimdi verdiklerimi o zaman cebimden tek tek çıkarıp önünüze koyacağım.’’
Olmadı da değil hani; Lozan’da kabotaj hakkı diye cihanla kavga edip zor bela kabul ettirdik, sonra 861 milyon dolar para için o kabotaj konusunu falan boş verdik, İDO’yu götürüp İngilize satmadık mı?

*
Başbakanımız, “Biz Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eş başkanıyız diyor.
Yani bu işin içinde Amerika ile birlikte biz de varız, biz de bu projeyi “aynı amaç doğrultusunda” yürütüyoruz!

Güzel…
Peki nedir işi bizimle birlikte yürüten Amerika’nın buradaki amacı?
Dünyanın bazı ülkelerindeki zalim diktatörlükleri, krallıkları devirip oralara demokrasi getirmek mi?
-Yooo. Eğer öyle olsaydı önce Suudi Arabistan kralı alaşağı edilirdi.
Hangi şeyh ya da kral “demokrat” ki?
Altın lazımlıklara eden kralın akıbeti aslında şu demokrasi “götürücü” Amerika’nın iki dudağının arasında değil mi?
-“Yallah ya Abdullah bin Abdülaziz el-Suud” dersin, çeker gider.
Arkasından ağlayanı bile olmaz.

İnsanların açlıktan ölmelerini önlemek mi?
Hiç değil.
Afrika’da insanlar aç-susuz ölürken o memleketin üçte ikisi fazla beslenmekten “obez” olmuş da bu kiloları nasıl vereceğim diye dertleniyorsa, çok değil adamlara sadece fazlası zarar dediğin kuru ekmeğinden birkaç dilim versen hepsi hayata tutunur, ömrübillah da duacın olurlar.

 

O bölgelerde güvenliği, huzuru sağlamak mı?
Eh maşallah nereye girsen zücaciyeci dükkânına giren fili aratmıyorsun birader, nerde kaldı huzur getirmek. Haydi Vietnam unutuldu ama, al Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı, Mısır’ı…

*
O siyahi “As başkan” yani bu işin büyük patronu, bize de bir “eş başkanlık” unvanını uygun görmüş, Ortadoğu’yla birlikte –hani bazen sehven olmuş da diyorlar ya- şu bizim memleketin sınırlarının yeniden çizilmesinden yerel yönetimlerinin yapısına kadar pek çok şeyi düzeltmek (!) için, taa dünyanın öbür ucundan telefon açıp, elindeki beyzbol sopasıyla bu işlerin nasıl yapılması gerektiğini tarif ediyor.

Neymiş?
-“Democracy”
Hani en azından seyrettiğimiz filmlerinden göre göre, adamların o kovboy pragmatizmini yani çıkarcılığını tanımış hatta ezberlemiş olmasak neyse.
Sahneleri gözünüzün önüne getirin:
Çölün ortasında aç susuz giden biri diğerine -alt tarafı- yolu soruyor; öbürünün tavrı gayetle net:
-Bana ne faydası var?
Yol soran bakıyor başka çare yok; herifte ne din ne iman ne insanlık… Tümüyle fırsatçı; atıyor gümüş bir doları karşısındakine alıyor istediği cevabını:
-Şu taraftan Gringo!

*

Buradan şuraya geliyoruz:
Bu “Büyük Ortadoğu Projesi”, Orta doğudaki petrolün paylaşımı, enerji yollarının elde tutulması işi yani bir ekonomik güç elde etme savaşıdır. -Artık bunu anlamamak için ancak at gözlüğü ile dolaşıyor ve kafayı en az bin yıl evvelinden bu tarafa alamıyor olmak ya da sıkı bir “tedrisattan” geçmek lazımdır.
Haydi bir kere de bu işlere daha önce talip olmuş bir siyasetçimizin deyimiyle söyleyelim: Bu proje, birilerinin “Bir koyup üç alma” işidir. Yani asla bölgeye demokrasi getirmenin hazzını, onurunu yaşamak değil, “ekonomik çıkar sağlamak için”dir ve mazlum insanların katline ortak olmaktan dolayı da onursuzca yapılan bir savaştır.

O zaman bizim “Eş başkan” neden “As başkan”ın peşinden, hatta birkaç adım önünden gidip bu işlere talip oluyor, ille de savaş olsun diyor?
Bıraksın millete söylediği demokrasicilik palavralarını bir kenara; acaba bize bir getirisi var mı bu işin?
Türkiye, daha şimdiden, o asbaşkanı buralara süren küresel sermayenin pazarı haline gelmişken, yani “iktisadi zafer tacını” kendi memleketinde bile küresel güçlere teslim etmişken ille de gireceğim dediği bir askeri müdahale ile hangi iktisadi tacı elde edecek?

Türkiye’nin bıçak sırtındaki ekonomisi şu günlerde üç gün sonrasının bile neler getireceğini bilemezken;
-Hangi çıkarını gözeterek bir askeri operasyona girecek,
-Savaş çığlıkları içinde yükselen petrol fiyatlarını nasıl göğüsleyebilecek,
-Hepsiyle kavgalı iken ve bu kavgacı haliyle komşularıyla ticaretini nasıl geliştirecek?
-Bozuk dış ticaret dengesini iyice bozduktan sonra aradaki ticaret farkını nasıl kapatacak?
-Sıcak paranın son sentleri de savaş hır-güründen kaçarken cari açık sorununu nasıl çözecek?
-Sürekli savaş çığlıkları içinde yatırımlar iyiden iyiye durduğunda, hatta gerilediğinde işsizliği nasıl dizginleyecek?
-Ülke sınırlarının yarısı kevgire, ülke daha da mülteci kampına döndüğünde asayişi nasıl sağlayacak?

*
Mesele özetle şu ki, çevre ülkelere sözüm ona demokrasi getirmek, diktatörden kurtarmak diye söylenen ama söyleyenlerin de inanmadığı olay basbayağı bir ekonomik operasyondur.
Bu güne kadar ileri sürülen gerekçelerin hiç birinin aslı astarı olmadığı, bu ülkelerin halklarına refah ve huzur değil; kan, ölüm, zulüm ve fakirlik getirdiği ortaya çıkmıştır.
Buna ortak olmanın, bu çıkarcılara kolaylık sağlamaktan başka bir işe yaramadığı; aksine sicilimize kara bir leke olarak geçeceği bellidir.
Türkiye’nin bu ülkelerden ekonomik beklentisi, ancak onlarla iyi komşuluk ilişkileri ve karşılıklı ticaretten geçecek iken bunun tam da tersinin yapılması, bırakalım kazancı; düpedüz kendi ekonomik çıkarlarımızı baltalamaktır.
“Asbaşkan” ve büyük ortakları ekonomik çıkarları peşinde koşarken “Eş başkan”ın demokrasi söylemleri “züğürt tesellisi”nden öte bir şey olmayacaktır.