Cihan Bakkalı güzel Dersaadeti nasıl kapmıştı?

Çok da eski olmayan zamanlarda, memleketin birinde, güzelliği dillere destan olmuş Dersaadet(*) diye bir kız yaşarmış.
Bu kızın namı her yerde dolaşır, herkesin içi gider ama babası kıyıp da onu kimselere vermezmiş.
“Bre versene kızı, bak etrafta bir dolu damat adayı var, ister yerlisi ister yabancısı” deseler de adamcağız inat eder, kimseleri beğenmezmiş.
Bu durum zamanla öyle hal almış ki, artık bir süre sonra memleketin ahalisi bile kızı kimin alabileceği konusunu mesele yapmaya, gelen giden damat adayını çekiştirmeye başlamış.
Yok onun boyu kısa,
Yok şunun başı kel,
Yok bunun sülalesi karışık, dünyada bizim Dersaadete yakışmaz falan…
Ne hikmetse birinin beğendiğini bir diğeri beğenmez, ama damatlar beğenilmedikçe iş uzar gider, Dersaadet’ in kime yar olacağı konusu tüm ahalinin zihnini kurcalar dururmuş.
Kurcalamasına kurcalasın da, işi o kadar ileriye götürmüşler ki, sanki kızı babasından değil de tüm ahaliden isteyecekler.
Hikaye bu ya, kendi kendilerine “yok ona veririz, yok buna vermeyiz” der dururlarmış.
Hele semtin bıçkın takımını hiç sormayın onlar tamamen başka bir alem.

Dersaadet bu, güzelliği bu kadar dillere destan olur, kolay kolay kimseler beğenilmez iken bir şalvar, bir hırkayla oturacak değil ya! O da bunun farkında olduğu için her gün yeni yeni elbiseler almak, iskarpinler giymek, güzel kokular sürünmek istermiş. İstermiş ki, bu namı duyup da bir bahaneyle görmeye gelenler söylenenlerin canlı tanığı olsun ve gittikleri her yerde güzelliğini öve öve bitiremesinler.
İyi güzel de, Dersaadet’in babası öyle ahım şahım geliri olan biri olmadığı için işte tam burada biraz sıkıntı olurmuş. Kız ne zaman “Aman babacığım, bak elalemin kızları nasıl “marka” diyor başka bir şey demiyor” dese, adamcağız bir gelirine bir giderine bakar, sonra tıpış tıpış bakkalın yolunu tutar ama bir yandan da bu işi daha ne kadar sürdürebileceğini kara kara düşünürmüş.
Dersaadet’in memleketinde bir de, hangi malı arasan bulacağın bir bakkal dükkânı varmış.
İşte adına “Cihan Bakkalı” denen bu dükkânın sahibi de bu kıza vurgunmuş ama akıllı adam öyle boşu boşuna başka damat adayları gibi afra tafrayla ortalığı velveleye vermez, ancak çok derin sırdaşlarına “bu işler kısmet işidir, sabır işidir” der alışverişine bakarmış.

Aynı memlekette olurlar da, içinde ne ararsan bulunan Cihan Bakkalı ile Dersaadet’in babasının alışverişi olmaz mı hiç?
Daha önceden de söylediğimiz gibi, kızın her gün artan giyim kuşamından, süründüğü kokulara kadar her şey oralarda ancak Cihan Bakkalında bulunduğu için baba parası olduğu zaman parasıyla, parası olmadığı zaman veresiye yazdırarak kızın isteklerini tedarik eder ama etrafa “Şu Dersaadet’e de para yetiştiremiyor” dedirtmezmiş.
Zavallı kız babası, günler geçtikçe bir yandan borçlar, borç arttıkça da sıkıntıları artıyormuş.
Önce “Cumaya veririm” derken sonraları aybaşına, daha sonraları harman zamanına falan gibi vadeleri uzatır dururmuş.
Hatta öyle olmuş ki, o yılın harmanı ne kelime önce bir sonraki yılın, sonra iki yıl sonrasının, daha sonra beş yıl sonrasının harmanlarını bile vaat eder olmuş.
İşin iç yüzünü sadece kendileri bilir ve pek kimseye sır vermezlermiş ama rivayete göre, hani kız bu gün evlense, ondan doğacak çocuklar askere gidene ya da kızları gelin olana kadar geçen bütün harmanlardan sonraya bile ödeyesi borçları bile olmuşmuş.
İçinde her türlü mal olan koca dükkânı işleten Cihan Bakkalı işin bu tarafını bilmez mi? Dersaadet’in babasının bu borcu kolay kolay kapatamayacağını hesaplayamaz mı?
Hem de nasıl hesaplar!
Hesabını Dersaadet’in babasından daha iyi yapar, ödenmeyeceğini bilir ama yine de utana sıkıla dükkâna gelen babaya “Yeter ki senin gibi sağlam müşterim olsun da, isterse dükkânımı götürsün” der, ardından da sinsi sinsi gülermiş.
İşte bundan dolayı da, Dersaadet’in dükkâna her seferinde sinerek giren babası, çıkarken omuzlarını gerer, başını diker etrafı şöyle bir süzermiş. Süzermiş ki, iyi kötü hesap kitap bilenlerinin çıkardığı söylentiler ahalinin inancını değiştirmesin, yayılan efsanenin bu tarafı durumu bozmasın.
Her işin bir sonu olduğu gibi bu işin de varacağı bir son var tabii…
Dünyada harmanlar bitmez ama alacaklılar da bu dünyanın sonuna kadar beklemez.
Günlerden bir gün Dersaadet’in babası yine bilmem kaçıncı harmandan sonra ödenmek üzere veresiye alışverişe geldiğinde Cihan Bakkal, sanki bütün ahali kulağını kapıya dayamış da aralarındaki konuşmaları dinliyormuşçasına adamın kulağına yavaşça “Yahu muhterem” demiş. “Durumlar biraz sıkıntılı, aramızda bunca yılın hukuku var. Biz birbirimize destek olmayacağız da kime olacağız? Acaba senin Dersaadet kız benim dükkânımda dursa, hem benim satışım artar, hem senin borçların ufak ufak ödenmeye başlamaz mı?”
Ne desin adam bu saatten sonra?
Olur dese ahaliye rezil olacak, olmaz dese Cihan kapıya dayanacak…

Yine de aklına etrafa karşı durumu kurtaracağı, kurtarmasa da en azından laf kalabalığı yaparak ahaliyi susturabileceği bir çözüm gelmiş.
“Bak Cihan Bakkalı” demiş. “ben şimdi etrafta bir dolanıp Dersaadet’i yabancı bir damada veriyorum diye laf yayayım. Bunlar, başta memleketin delikanlıları, nasıl olsa hep bir ağızdan “Olmaaaaz, ölürüz de Dersaadet’i yabancıya yar etmeyiz” diyecekler.
Hatta bu işi oldu bittiye getirmeyeyim diye peşime adam bile takacaklar.
İşte ben de o zaman Dersaadet’i getirir senin dükkâna koyar, “bakın hemşehriler, bakın dostlar işte Dersaadet hepinizin gözleri önünde ve her zaman görmeniz için Cihan Bakkalında olacak.
Ne yabancı damada varacak, ne de kimse alıp suyun öte yakasına falan götürecek.
Ne zaman görmek isterseniz Cihan Bakkal’a gelin bir yere vermediğimi görün derim.
O günden sonra ne mi olmuş?
Lafı çok uzatmayalım.
Bakkalda durmanın bahane olduğunu herkes anlar tabii.
Arada ne geçtiği ise kimsenin bilerek söyleyebileceği bir konu değil.
Yenmişle içilmişe karışmanın da hiç kimseye faydası yok.
O güzel Dersaadet bir süre sonra koca göbekli Cihan Bakkalına varmış.
Ahali de her nasılsa bu işten pek memnun kalmış oh ne güzel, hem memleketimizin güzel kızını elin yabancısına kaptırmadık, hem de bizim bakkal dükkânına bayağı neşe verdi, artık içinde Dersaadet bile bulunuyor diyorlarmış.
Doğrusu zaman Cihan Bakkalını o günler için haklı ve karlı da çıkarmış.
Dersaadete sahip olunca işleri öyle açılmış, öyle açılmış ki, O Cihan Bakkalı büyüye büyüye önce süpermarket, sonunda da bir hipermarket olmuş.
Olmuş da, o hipermarket Cihan Bakkal’a yaramış mı acaba?
İşte orası biraz karışık.
Galiba işi büyütürken biraz fazla açılıp sonra o da toparlayamamış.
En son, hisselerine yabancılar el koymuş diyorlar.
Söylentiye göre de bir aralar alışverişe gidenler Dersaadet ile kocasını oralarda domates kasalarını taşırken görmüşler.
***
“Kıssa” dan “hisse”
Kısacası demek istediğimiz şu:
Özellikle siyasetçilerin kendilerine verilen harcama ve bu harcamayı borçlanma ile karşılayabilme yetkisini sınırsızca kullanmaları herkese felaket getirir.
Yapılan harcamaların “gelecek” ile ödenmesi, geleceğe karşı yapılan en büyük yanlıştır.
“Gelecek” bizim değil, o geleceği yaşayacak olanların kendilerince kullanabilecekleri bir hesaptır.


(*) Dersaadet, aynı zamanda Osmanlı döneminde İstanbul’a verilen adlardan biridir.