Bu bezirgan kafasıyla makro ekonomi nereye gider?

Malum, “makro” büyük demek.
Ekonomi konusunda kullanıldığında da “genel” anlamına geliyor.
İşletme ölçüsündeki ekonomiye, örneğin bir bakkal dükkânının ekonomisine “mikro ekonomi” deniyor da, söz konusu olan bütün bir ülkenin ekonomisi ise ona da “makro ekonomi” diyoruz.
Bir ülkede makro ekonomi kötü iken yani toplumun ekonomisi kötü iken acaba birilerinin ekonomileri yükselebilir mi?
Yükselir tabii.
Örneğin filmlerde falan görmüşüzdür bazen gemiler batarken kıç kısmı suya gömülür, burun kısmı havaya kalkar…
Kalkar da ne olur?
Bir süre için havada kalır, sonra orası da batar.
İşte belki o arada burun tarafının fareleri durumu sadece kendi bulundukları ambarlarından değerlendirdikleri için bir süreliğine yükselme olarak algılayabilir ama mukadderatları değişmez, gemi batar onlar da denizin dibini boylarlar.

Türkiye ekonomisi, yakın tarihte bezirgan bir yönetim anlayışıyla yönetildiği halde birileri akılları sıra bu ekonomiyi yorumlarken “Ekonomide makro ekonomik dengeler tamam, sıra mikro ekonomilerde” diyordu. Özet olarak da demek istiyorlardı ki biz Türk ekonomisinin genel dengelerini düzelttik, şimdi sıra vatandaşın ekonomisine kaldı, bir süre sonra onu da düzelteceğiz!
Tamamen yanlıştı.
Bir ülkede işsizlik artarken, üretim dururken, dış ticaret açığı genişlerken, borçlar yükselirken o ülkenin ekonomisi düzelemezdi. Zaten makro ekonomi de o ülkedeki vatandaşların ekonomilerinin toplamı değil miydi?
Bir düşünün, acaba ülke ekonomisi deyince anlaşılan nedir?
İşçilerin, memurların, emeklilerin, esnafın, yan ve ana sanayicilerin hepsinin birlikteki ekonomisi değil mi?
***
Ülkeyi yönetenler işte o sıralarda dünyada kolayca bulunan kredileri bol bol aldı, borçlandı, cumhuriyetin bu güne kadar biriktirdiği ne varsa her şeyi pazara çıkardı, sattı-savdı ve bütün bunları yaparken de ödeme sıkıntısı çekmediğini görünce “Amanın ben bu ülkenin ekonomisini ne güzel idare ediyorum, makro dengeleri tutturdum” demeye başladı.
Oysa bu olanlar, ne makro ne de -iktidar yandaşlarından olup palazlanan bir kesime yaraması dışında- mikro açıdan akıllıca bir ekonomi yönetimi değildi.
Önce ithalat coşturuldu içerideki üretim düşerken piyasadaki ithal mal bolluğu halka ucuzluk yaratma ve kalkınma sayıldı.
Alışveriş merkezleri açıldı, mahalle bakkalları ve ufak esnaf batarken kalkınma sayıldı.
Kurlar sürekli yüksek tutuldu, ihracatçı batarken Türk parasının itibarı yükseliyor sanıldı.
Yabancı sermaye geldi, borsa yükselirken fabrikalar kapandı ama küreselleşiyoruz dendi.
Sonra geldik günümüze.
Peki ya bu işsizlik ne olacak dendi her işletme iki adam daha alsa işsizlik falan kalmaz dediler.
Memlekette et fiyatları arttı dendi: O zaman dışarıdan ithal edelim bollaşsın dediler.
Tam da mikro kafayla makro çözüm!
Evdeki oğlan işsizse, hatırınızın işletmeciliğe ağır bastığı bir ilişkiyle onu bir işe yerleştirebilirsiniz. Ama bir ülkede herkesin birilerini hatır için işe alma imkânı yoktur. Ekonominin makro dengeleri bir kaç milyon kişinin hatır gönül istihdam edilmesine imkân vermez.
Kolay kolay et yiyemeyenler “çok pahalı, alamıyoruz” dediğinde yaratana sığınıp bir miktar et ithal ederseniz, “dışarıya para akıttığınız sürece” fiyatları düşürürsünüz ama, memleketin kaynakları içeride yetiştirmeyip başkalarının yetiştirdiği eti satın alarak karın doyurmaya yetmiyorsa bu yaptığınız ancak saman alevi etkisi yaratır.
Et ithaline ayıracağınız paranız tükenirken aynı anda içerideki yetiştiriciliği de bitirirsiniz.
Acaba siz yetiştiriciye ve kendi köylünüze mi tepki gösteriyorsunuz yoksa aracılara mı?
Yetiştiriciye, köylüye ise size Allah selamet versin.. onlar nasıl olsa bunun cevabını vereceklerdir.
Aracıya ise, acaba neden et ithal etmek yerine o Et Balık Kurumu eliyle üreticiden alıp tüketiciye vermiyorsunuz? Böylece hem üreticiniz daha çok gelir elde eder, hem tüketici fiyatları düşmez miydi ki?
Galiba taşıma akılla da bir şey olmuyor.
O mikro kafanızın makro düşünmeye alışması lazım.
Hangi yanlışınızı düzeltelim ki?