İşçi ölümleri ve vahşi düzenin bileşik kapları



Hepimiz biliriz:
Suyun özelliğidir; ulaşabildiği her boşluğu doldurur; bulunduğu kabın şeklini alır.
Kapitalist düzendeki ekonominin işleyişi de aynen böyledir; eğer o düzeni belirli noktalardan denetim altına almaz, zaman zaman önüne setler çekmezseniz içindeki kazanç hırsıyla kendi bildiği biçimde girebildiği her deliğe girer, bulunduğu her kabın şekline uydurur kendini.
Hayatın her alanında karşınızdadır.
Sermaye birikimi zayıf, dolayısıyla küresel ekonomi ve arkasındaki siyasal güçlere karşı direnme gücü olmayan ama kibarca “liberal” ya da “pazar ekonomisini uyguluyoruz” denen ülkelerde bu durum kelimenin tam anlamıyla “vahşi kapitalizm”dir.
Çünkü parasızlık vahşi kapitalizmi dizginlemede en büyük zaaftır.
Dolayısıyla hem parasızsanız hem "liberal olacağız" derseniz her zaman için ciddi bunun sonucu bir vahşet tablosudur.
Bakmayın siz o uluslararası anlaşmalara imza koymuş olmalara;
Bakmayın kara kaplı kitaplarda yer alan düzenlemelere;
Bakmayın iktidarların söylediklerine.
Yapı buysa vahşi kapitalist ekonominin suları kendi bildiği gibi akar.
Diğer zamanlarda “Yok canım o kadar da değil, bunların hepsi solcu uydurması” diyen kimi saf vatandaşlar da ancak Ermenek’teki maden ocağında yeraltı suları patladığında olduğu gibi, sadece o zaman görürler o yüksek basınçlı suların nerelerden gelip karın tokluğuna çalışmak zorunda olan işçilerin suratına patladığını.
Onda da bir süre sonra sular çekilir, yürekler soğur, canından bir şeyler kopanlar dışında herkes olanları unutur.
Ama düzen devam eder…
Asla da kendi kendine değişmez.
Çünkü onun adı “düzen”dir ve bu “düzen” göstermelik olarak ne yapıyorsa, ne söylüyorsa söylesin; içten içe “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler; bu hayat böyle devam eder” demek zorundadır.
Çünkü demezse adı “düzen” olmaz.
*
Parasız kapitalist düzenlerin doğal sonucudur bu durumlar:
Ödemeler dengeniz açık veriyorsa gidip küresel para babalarından borç istemek zorunda kalırsınız.
O para babaları sizden sadece faiz almazlar; egemenliğinizi de alırlar elinizden en genel tanımıyla.
Başlangıçta kendilerine uyan, dediklerini yapacak siyasetleri desteklerler.
İktidara getirirler, sonra esir alırlar.
Onu sat, bunu al, şunu besle, onları inlet; bu arada kendin için ne lazımsa onları da bildiğin gibi yap..
Sen bizim mallarımızın pazarı, ürünlerimizin ucuz hammaddesi, boğaz tokluğuna işçiliği, çıkarlarımızın bekçisisin derler.
Bir kere bu tuzağa düşmüşsen, yakayı kaptırmışsan “yaptırırlar” 
“Ya bu deveyi güdeceksini, ya da gideceksin” derler.
Deveyi de güttürürler bir biçimde; çünkü bu işler sanıldığı gibi ortada görünen bir iki kişinin iki dudağı arasında değildir; büyük iştir, asla onlara bırakmazlar; ilmek ilmek “çıkar” ile bağlanan “yürütecek” bir ağ örerler bu işlerde.. 
Bırakıp kaçamazsın, masadan kalkamazsın; kaldırmazlar seni.
Dolayısıyla düzenin “boru”su bir yerden patlamakla bir şey olmaz, o geniş “şebeke” yine de çalışır.
*
Sözde işçinin güvenliğini koruyoruz değil mi?
Şimdi sorun bakalım insanlara; aynı kömür ocağına, “gidenlerin yerine” adam alınacak, aynı şartlarda çalışmak isteyen kimler? diye. 
Bakın bakalım; açlıkla, üç otuz paraya kelle koltukta çalışmak arasında sıkışmış o insanlar nasıl da birbirlerini ezerek dilekçelerini uzatacaklardır “düzen”e.
Sadece yerin yedi kat altında çalışmaya razı olan onlar mı uzatırlar?
Allaha emanet asansörlerle gökdelenlerin tepesinde çalışmaya çıkan işçiler de, merdiven altlarındakiler de, direksiyon başındakiler de, kot taşlayanlar da…
Emeğini satmak zorunda olanların hemen hepsi.
Neyle koruyoruz onları?
Mevzuatla (!)
Ya mevzuatı neyle?
“Hukuk”la mı diyeceksiniz?
Oraya bir nokta.
*
Kimse kusura bakmasın ama giden gitmiştir, bu düzen böyle işledikçe de gidecek olan gidecektir.
“Düzen”in "fıtratı" böyle der.
İş güvenliğini artırırsanız “maliyet” artar. 
Maliyet artınca madenler para kazandırmaz, üretim düşer.
Üretim düşerse fiyatlar yükselir, “kömür pahalılanır”
Pahalı kömür “pahalı iktidar”dır.
Pahalı bir iktidar da ne içeridekilerin işine gelir ne dışarıdakilerin.
“İlle de bize yarasın” diyenler birkaç gün timsah gözyaşları dökerler; sonra bu devran yine böyle dönmeye devam eder.
Ne yapsanız onların suları yolunu bulur.
Düzende her şey bileşik kaplar misali birbirine bağlıdır. 
Bir tarafın suyu çıkarsa her yerin suyu çıkmıştır, belki siz sadece birini farketmiş, başetmeye çalışıyorsunuzdur.
İşin sadece bir ucundan tutmakla başedemezsiniz.
Taa ki bir gün "düzen"i farkedene, geniş kitleler ona karşı çıkana kadar da ne yazık ki bu böyle gidecektir.