Otobüsteki 'yetersiz bakiye' sesleri neyi anlatıyor?


İstanbul gibi bir büyük şehirde yaşıyor ve eğer şehir içinde özel otomobilinizi ya da taksileri kullanmıyor; toplu taşıma araçlarıyla yolculuk ediyorsanız; bilmem bu anlatacağım durumla siz de karşılaşıyor musunuz?
Belki ufak bir ayrıntı ama son zamanda bindiğim belediye otobüslerinde dikkatimi çekiyor:
Otobüse binen yolculardan önemli bir kısmının ücret ödemek için bastığı kartlar artık her zamankinden daha da fazla “yetersiz bakiye!” diye ikaz ediyor.
Hele bir seferinde –ki akşamın ileri bir saatteydi- birisi, bir ayağı yerde diğeri basamakta; otobüsün ön kapısından uzanıp kartını okuttu… Bilet makinesinden “Yetersiz bakiye!” cevabını alınca da binmedi… Geriye döndü ve bizim araç hareket ederken o karanlıklar içinde gözden kayboldu…
Bedelini, otobüste birinden rica edip ödemeyi düşünmediğine ve o saatte çevrede ödeme yükleyicileri bulunmadığına göre büyük ihtimalle evine yayan dönecekti çaresiz.
İçim burkuldu…
Bu sıkça rastlanan “yetersiz bakiye!”ler acaba topluca yaşadığımız bir dalgınlığın, ödeme ihmalkârlığının, tedbirsizliğin bir otobüs bileti üzerinden dışa vuruşu mu?
Yoksa…
Yoksa insanlarımızın ekonomik sıkıntıları dolayısıyla giderek daha da “günü birlik” yaşamak zorunda kaldıklarının somut göstergesi mi?
*
Geçmişteki kağıttan biletlerin, bozuk paraların yerini alan şimdiki plastik kartlar gerçekten modern ve iyi bir uygulama iyi uygulama olmasına da…
Galiba bu teknolojik gelişmeler hızla günlük yaşamımıza girerken; özellikle “belediye otobüsü yolcularının oluşturduğu yurttaş profiline” dahil olanların ekonomik güçleri o teknolojiye paralel ilerlemek yerine, teknoloji geliştikçe geriye doğru “kaymaya" başladı.
Sanki her “Yetersiz bakiye!” ikazı, bize her seferinde bir yurttaşın daha “günü birlik” yaşadığının, o sınırlı bütçesi içinde kimi zaman günübirlik “harçlığının” bilete bile yetmediğinin sinyalini veriyor.
Daha da açık söyleyelim; yolculuğunu belediye otobüsü ile yapmak zorunda olan yurttaş kesiminin bütçesi, öyle yirmi-otuz günlük biletin parasını bir kerede yatırmaya yetmiyor; o insanların önemli bir kısmı galiba önlerindeki beş on günlük harcamalarını bile artık “günübirliğe” çevirmek zorunda kalmışlar.
Dolayısıyla “bakiye”leri yani ilerideki günler için yaptıkları “peşin ödeme”leri sık sık “bakiyen yetersiz!” diyor onlara.
Peki onların tek tek kişiler olarak bakiyeleri “yetersiz” de, hepsi bir arada düşünüldüğünde yani milyonlarcası bir arada düşünüldüğünde oluşan “bakiye”leri yani ilerideki günlerde harcamaları gereken paraları yeterli mi?
Örneğin kredi kartı taksitleri günlerce öncesinden ceplerinde mi?
Çocuklarının okul masrafları,
Ödeyecekleri kira,
Kapıcı aidatı,
Elektrik – su paraları,
Hani bir gün aniden lazım olursa diye kenara koydukları üç beş kuruşluk birikimleri?
Yok öyle bir şey maalesef.
Hiç kredi kartıydı, tüketici kredisiydi, taksitli alış verişti deyip bu günün değil de –basbayağı- nasıl geleceği de belli olmayan o “gelecek günlerin parasını” yemek zorunda kalanların bu günden “yeterli bakiye”leri olabilir mi?
*
Dünya maalesef adım adım adım bir büyük ekonomik krize giderken; o ekonomik zincirin en zayıf halkalarından biri olan ama bunu bir türlü kendine “konduramayan” Türkiye, “Bize bir şey olmaz” diye diye şiddetle bir girdabın içine sürükleniyor.
Ve bu arada ekonomimiz “anlayana” sinyal veriyor: “Milli bakiyeniz yetersiz!”
Ne yapıyoruz peki bu durumda?
-Tarımda, hayvancılıkta, sanayide üretimi kendimize yetecek düzeye getirmek için bir projemiz var mı?
-Bu ülkenin güzelliklerini, hoşluklarını, huzurunu, dostluk duygularımızı öne çıkarıp biraz daha turizm geliri elde edelim diyebiliyor muyuz?
-Lüks harcamayı özendirmeyelim, israfı önleyelim, ulusal tasarruf oranımız yükselsin ve böylece yatırımlarımızı “gel sen yap-sen işlet” diye yabancı sermayeye teslim etmeyelim, yurttaşımızı her defasında onlara toplu müşteri diye ikram etmeyelim gibi bir projemiz var mı?
Yok!
Varsa yoksa o göz boyayıcı “devasa” inşaat projeleri.
Hem fiyakalı hem “Hazineden tek kuruş çıkmadan”
Neden?
Çünkü iznini veriyor, gel buraya yatırımını yap, işlet, iyi para kazan diyoruz.
“Biz tek kuruş harcamadan”
İyi de bizim harcamadığımız o paraları kimler ve ne için buralara harcıyor?
Neden elin Japonu, Korelisi, İngilizi, Fransızı, Almanı ve bir sürü çokuluslusu burada?
“Parası bizden; maksat size yol olsun, köprü olsun, havaalanı, ikinci boğaz olsun” diye mi yapıyorlar bunu?
Sözüm ona “proje üzerine proje!”
Haydi gidip o adamların memleketine “size bir köprü yapalım, parasını 49 yıl biz toplayalım” deyin bakalım ne cevap alırsınız!
Oh ne güzel değil mi?
Bütçen açık olsa, emekline işçine memuruna enflasyonda kaybettikleri kadar bile zam yapamasan, onların gerçek gelirleri aslında geri gitse de; hem ülke kalkınıyor gibi görünüyor hem bu günlerde dara düşen bazı “türedi” büyük inşaat şirketlerimize iş çıkıyor değil mi?
*
Yatalım kalkalım, bu günlerde iki büyük ülkenin ham petrol fiyatları üzerinden bir birleriyle kapışmasına dua edelim.
Malum, biri diğerini çökertmek, onun gelirini azaltıp çaresiz bırakmak için bu kıt kaynağın fiyatının kısa zamanda yarıya inmesine yol açtı.
Bu kavgada bizim, içinde petrol ve doğalgazın da olduğu 55,9 milyar dolarlık enerji faturamız küçüldü.
Dolayısıyla pompadaki benzinden evdeki doğalgaza, elektriğe hatta ithal ettiğimiz her şeye kadar enerjiden kaynaklanan bir kısım maliyet düştü ve bir süre daha düşebilecek.
Dolayısıyla bu günlerde hiç hesapta olmayan bir bahar havası yaşıyoruz.
Ama bu inişin bir de çıkışı olacak maalesef.
Hiç Dünya’da petrol kaynaklarına 20 yıl ömür biçilirken fiyatının kalıcı bir biçimde düşmesi, düşünce de öyle kalması mümkün mü?
Değil tabii.
İşte o zaman yandı gülüm keten helva:
Petrolcüler bunun acısını ileride çok katmerli çıkaracak.
İşte buna rağmen vatandaşın bakiyesi şimdiden yetersizse, yarın “topumuzun bakiyesinin” ne kadar yeterli olacağını Allah bilir.
Siz siz olun, o seslere bu günden kulak verin,
Belediye otobüslerindeki o sesler aslında hepimizi ikaz ediyor:
“Bakiyeler yetersiz!” Bir gün topluca yola yayan devam etmek zorunda kalabilirsiniz.