İkide bir “yeniden yapılandırma” ve sosyal devlet


Bu günlerde bir kısım yurttaş devlete olan borçlarını “yeniden yapılandırma” derdine düşmüş.
Şöyle biraz gerilere doğru gidip baktığımda gördüm ki; bizde devletin istediği sosyal güvenlik primleri 2003 yılından bu yana habire “yeniden yapılandırılmış”.
Demek ki eski yapı tutmadığı gibi ondan sonra da tutturulamamış bir türlü bu iş.
Şu günlerde de hala bir başka “yeniden yapılandırma” süreci işliyor.
Sadece sosyal güvenlik primleri mi?
Hayır…
Devletin alacağı ne kadar prim, vergi, harç, rüsum, idari ceza, elektrik-su parası, trafik cezası ve saire varsa hemen hepsi durup durup yeniden yapılandırılmış.
Bir şey bu kadar çok “yeniden” yapılandırılıyorsa, belli ki o “yapı” bir türlü düzen tutmamış ve hala daha da tutmuyor.
Bir yasa çıkarıyorsunuz, ya da bir karar alıyorsunuz; sonra bir de bakıyorsunuz ki vatandaşta bir gevşeklik, bir isteksizlik… ödemiyor ya da ödeyemiyor.
Dönüyorsunuz, bir düzenleme daha:
Daha önce tahakkuk ettiği halde falan tarihe kadar ödenmemiş veya ödenmeye başlayıp taksitleri aksatılan…
Olmuyor, olmuyor bir daha…
Yıl 2015 ve hala daha “yeniden yapılandırma” gayretleri sürüyor.
Anlaşılan bundan sonra da pek ardı arkası kesilmeyecek gibi.
*
Neden?
Bu işler dünyanın her yerinde de mi böyle yoksa bu bize ve hala “gelişmekte olan” ülkelere mi mahsus?
Galiba iki yönlü düşünmek lazım:
Ya “yapı”larda yani konan kurallarda, kanunlarda bir yanlışlık var ya da bizim milletimiz hepten yanlış.
Ben ikincisini pek düşünmek istemiyorum; Şüphesiz her halkın bir huyu suyu olur ama nihayetinde “mevzuat” denen kurallar da bu halkın yapısı, tavrı ve tabii ki ekonomisi düşünülerek ve sözümona yine bu halkın iradesiyle düzenlenmiyor mu?
Bir başka açıdan bakarsak; bu kanunları, “devlete şunu şunu ödeyeceksin” diye yazıp, günlerce müzakere edip, sonra da kabul edenler bizim milletimizin vekilleri yani “millet-vekillerimiz değil mi?
O zaman milletin vekilleri neden bu millete ya bol ya da dar gelen gömlekleri giydirmeye kalksınlar her seferinde?
Anlamak mümkün değil gibi.
*
Ama yine de kendi tespitlerimizi sıralayalım:
Bir kere bizim Anayasamızda “Türkiye bir sosyal hukuk devletidir” diyor değil mi?
Nedir sosyal devlet?
Fakir fukaraya, işsizlere, işçilere “aranızda para toplayın, örgütlenip yardımlaşın, kendi elinizle sosyal güvence yaratın” diyen devlet mi? Yoksa genel bütçe gelirlerinden yani kazananlardan toplanan vergilerin bir kısmıyla bu alt gelir gruplarına “sosyal harcama” dediğimiz transferleri yapan; yani basit anlatımıyla “zenginden alıp bir kısmını fakir fukarayı desteklemeye kullanan” devlet mi?
Bana kalırsa, hatta bir parça sosyal politika bilen kime sorarsanız sorun; buna “tabii ki ikincisidir, sosyal devlet alt gelir gruplarına destek olur, onlara sosyal güvence yani destek sağlar” der.
Bizde maalesef böyle bir yaklaşım yok:
Nereden mi belli?
1.Bu millet bizim bildiğimiz millet, vatandaş bildiğimiz vatandaş.
Hükümetler sigorta priminden vergiye kadar her ne istiyorsa ölçüyü bu yapının ödeyebileceği gibi koyacağı yerde, -durum gösteriyor ki- her nedense biraz yüksekçe koyuyor.
Ölçü yüksek konduğunda da ekonomi zorlanıyor, devlete karşı saygılı insanlar ne yapıp yapıp bu paraları ödemeye çalışıyor, ödeyemeyenlerin borçları daha da ödenemeyecek düzeylere yükseliyor; çaresiz kalanlar da “yapacak bir şey yok artık” deyip büküyor boynunu, adına yeniden yapılandırma” denen yeni bir ödeme imkanını bekliyorlar.
Bir değil iki değil, bu hep böyle…
Üstelik şu ya da bu işte de değil, belki yüzlerce kalemde… meraklananlar açıp baksınlar o af kanunlarına, yeniden yapılandırma kanunlarına falan… göreceklerdir ki devletle vatandaş arasında ne kadar ilişki varsa, her birinde dünya kadar “yeniden yapılandırmaya muhtaç” ödeme konusu var.
Demek ki “ödeme” gerektiren yapıların hemen hepsinde bir “ölçü” meselesi var ve devlet vatandaşlarının ödeme güçlerini biraz fazla zorluyor, bu nedenle de her zaman geniş kitleleri ilgilendiren yeniden yapılandırılacak borçlar söz konusu oluyor
2.Haydi işin ölçüsü biraz yüksek olunca korkutup insanları disipline sokuyoruz demiş olsunlar, biz de bir an için kabul edelim ama; “gel kardeşim o ödeyemediğin parayı şimdi öde; al sana kolaylık” dendiği zaman da iş yürümüyor ve her bir yapılandırma bir başka yapılandırmaya devrediyor bu işleri.
Yani yıllar içinde yapılan hiçbir yapılandırma bu büyük borç birikimini ortadan kaldıramıyor, aksine “hadi olmazsa bu sefer öde” haline dönüşüyor.
Merak ettim; “acaba” dedim bu taksitlendirme imkanları yeteri kadar kolaylık sağlamıyor mu?
Anlatayım, kararı siz verin:
Oturdum, bir bankanın internetteki kredi taksiti hesaplama programına girip; “mesela sıfır bir otomobil alsam, acaba bana hangi şartlarda kredi verirler?”
Sonucu söyleyeyim mi?
“Devletin ödeme güçlüğü çeken borçlu vatandaşına ‘gel sana taksitlendirme kolaylığı sağlayayım’ dediği tarifeyle aynı” çıktı.
Üstelik kredi veren banka hem bu işten para kazanıyor hem bu kazancından da vergi ödüyor. Hani bir de bu kadar çok müşteriyi kapısına yığsanız var ya; umarım sürümden kazanacağız diye o faizi daha da aşağıya çekebilir.
O zaman şu durum ortaya çıkıyor:
Eğer devlet “taksitlendirme” adı altında gerçekte bankaların uyguladığı tarifeyi uyguluyorsa, kimseye yeni bir kolaylık getirmiyor demektir.
İyi de, vatandaş o tarifeyi göze alabilseydi zaten gider bankadan alıp borcunu ödemez, üstelik sıkıntısından da kurtulmaz mıydı?
Öderdi tabii…
Ama ödememişse, belli ki bu tarife de kendisine yüksek geliyor demektir.
“Ödesin kardeşim…” demenin alemi var mı?
Sen şimdi belki faizden kaybetmeyeyim diyorsun ama bu arada anaparayı kaybediyorsun da farkında değilsin muhterem!
*
İş yüce yargıya da gitmiş bir ara.
“Efendim, devletin biz sigortalılardan aldığı şu paralar hiç de sigortacılık mantığına uymuyor, çünkü vereceğimiz para bizim herhangi bir riskimizi karşılamıyor, devlet bizden bedava para istiyor. Hele hele sosyal devlet uygulamasına hiç benzemiyor; ey yüce yargı sen ne diyorsun bu işe?”
Yüce yargı karar vermiş: “Bu primler sosyal güvenlik kurumlarının mali yapılarının güçlendirilmesi amacına yöneliktir, itirazınız haksızdır.”
Yani, ey sosyal güvenlik kapsamına aldıklarımız, haklı-haksız tartışmasını bırakıp priminizi ödeyin yoksa başka türlü devletin bu kurumları güçlenemez!
Daha da Türkçesi, en başta söylediğimiz gibi: “Bu kurumları hükümetin bütçesi değil, siz güçlendireceksiniz ki size yararlı olsunlar. Sosyal devlet dediğin de bu işe ancak elindeki imkanlar ölçüsünde katkı sağlayabilir…”
Ne dersiniz?
Sizler ya da bu memleketin iktidar partisi, muhalefet partileri, meslek odaları, ulema…
Her kimlerse bu işe kafa yoranlar; biz eğer bu işleri gerçekten “yeniden” yapılandırıp artık bir yenisine ihtiyaç duyulmayacak bir yapı haline getiremezsek günün birinde birileri gelip topumuzu birden yeniden yapılandırmaya kalkmaz mı?.