“Ev alana da yapana da Allah yardım etsin” mi?


Bizim bir atasözümüzde “Evlenenle ev alana Allah yardım eder” denir.
Tabii, söz taa atalardan kaldığına göre bu günün koşullarında ufak bir değişiklikle söylenmesinde yarar var: Örneğin “yardım eder” sözcüğünü değiştirip “Allah evlenenle ev alana yardım etsin” gibi…
Öyle ya, atalarımızın zamanında ne bu günkü gibi banka kredileri kullanılırmış, ne morgıç varmış, ne de döviz sabahtan akşama bir aşağı bir yukarı dolanıp yürekleri hoplatırmış.
O günlerde ev mi yapacaksın; eş dost, “konu-komşu” toplanır, kimi temelini kazar, kimisi taşını getirir, kimisi kerpiçini döker, hayırlı iştir diye el birliği ile işi çözerlermiş.
Şimdi öyle mi?
“Bir işe girdim, artık elim ekmek tutuyor” diye bir hevesle evlenip de ertesi gün kapının önüne konan gençlerin durumu bir yana; bu gün yaradana sığınıp banka kredisi ile ev alanların durumu ciddi biçimde uykuları kaçıracak cinsten.
Neden mi?
-Birincisi; İktidar tabii ki bilir fakat söylemez ama; tüccarımız, sanayicimiz, esnafımız bile yarın ne olacağını bilemezken bunların istihdam ettiği bir gencin işinin o uzun taksit dönemlerinde ne kadar garantili olacağı bilinebilir mi?
Ya devlet kapısı?
Acaba orada iş bulanın uzun dönemli bir garantisi var mı?
Haydi devlet batmaz diyelim, batmaz ama “bu koşullar sürdükçe” hiç kimseye de öyle hem geçinip hem 10-20 yıl ev taksiti ödeyebilecek bir güvence veremez.
Nedeni basit; üretemeyen bir ekonomide kimse kazanamaz, kazanamayan bir ekonomide de devlet bu kazançtan yeterli payı alıp, memuruna işçisine yetecek maaşı ödeyemez.
Sonra, ekonomide sağlıklı bir çözüm bulamayan, durumu nasıl düzelteceğini bilemeyen ya da kolayına kaçan politikacı da gider “piyasalar”dan biraz daha borç para ister.
Verirler mi?
Verirler tabi ama her şeyin bir bedeli var; “sen önce git bizim vakfa –yani uluslar arası para vakfı olan IMF’e – sana önümüzdeki günlerde ne yapman gerektiğini bizim adımıza o söyleyecek derler.
Paşa paşa gider, öğrenir ve ne söylerlerse yaparsın.
O söylediklerinin en başında da her zaman “şu memurun, işçinin ücreti yüksek, önce onu düşür” lafı vardır ve tabii ki bunun ucu da her zaman o ev almak isteyen ücretliye dokunur.
Ben o nedenle IMF’çilerle, Dünya Bankacılarla zaman zaman fikir alış verişi yapan, abi-kardeş ilişkisinde olanlardan çok huylanırım. Aman siz de ev almak gibi uzun vadeli bir işe girecekseniz önce bu sıcak ilişkilere dikkat edin.
Malum: “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” derler ya…
-İkincisi, sizi kredilendirecek olan yer “bankalar”dır.
Bütün işleri ve dertleri “para nereden kazanılır” olduğu için, öyle size “al bu parayı da ev alıp sen de kazan” demezler.
Bu işten önce kendileri kazanmak, bir sakatlık halinde kendilerini sağlama almak isterler.
Dolayısıyla devletin parasız kalıp senden daha iyi müşteri olacağı bir piyasada öyle uzun vadelerde kimseye ucuz ucuz paralar vermezler.
Şimdi gözüne “hesaplı” mı geldi, aman dikkat et, sana o sağ alt köşesini gösterip “ kurşun kalemle çarpı konan yerleri imzalayacaksın” dedikleri sayfa sayfa yazılar var ya; Allah inandırsın, eski mısırın, Sümerlerin tabletlerini çözenlere göster o metinleri, sözüm ona Türkçedir ama bunların ne demek istediğini asla çözemezler, onları okuyup da yarın işler sıkışınca nasıl çırak çıkacağını hayatta anlayamaz, alimallah bir anda “…zede”leniverirsin.
-Üçüncüsü, konut piyasası bu ekonominin en sıkıntılı piyasasıdır.
Sen bakma öyle müteahhitlerin inşaatın önüne lüks arabaları çekip sağlamlık gösterisi yaptıklarına.
Yirmi araba birden bile çekse kapıya, ederi en fazla yirmi dairedir.
Biliyor musun, onların çoğu da “rent-a-car”cılardan kiralık olurmuş.
Zaten deli mi adam; demire, çimentoya, doğramaya vadeli bedel öderken niye arabaya peşin para bağlasın? Olur ya, bu arada gerçekten bağlayanı varsa o zaten delidir, yine yaramaz, batar.
Türkiye’de müteahhitlik sektörü şu iki nedenden dolayı sıkıntıya düşmüştür:
İlki, iktidara yakınlığı olan müteahhit, aldığı tartışmalı imar iznini, ruhsatı “neme lazım” deyip bir an önce “realize” etmeye yani binayı dikmeye kalkmış, dolayısıyla ihtiyaçtan fazla konut yapılmıştır.
Bu fazlalık sektör raporlarına göre ülke çapında, bir-bir buçuk milyon dolayındadır.
Bizde bu “hızlı büyüme” sektördeki öz sermayeyi yetersiz bıraktığı için aradaki fark banka kredileriyle karşılanmıştır. Şimdi o satılmayan konutların getirdiği finansman yükü inşaat sektörünü inletmektedir.
İkincisi, yapılması gereken bir iş olmasına rağmen; kentsel dönüşüm furyası konut üretimini ihtiyacın üstünde artırmıştır. Yerel yönetiminden siyasetçisine pek çok kişinin bu konuda el ovuşturması dolayısıyla bir ara dengesi ihmal edilen iş mevcut konut fazlasını bir kat daha yükseltmiştir.
Düşünsenize, siz beş katlı bir apartmanı “dönüştürelim” dediğinizde; yerine dikeceğiniz binada beş daireyi eskiden oturanlara veriyorsunuz normal olarak.
İyi güzel, durup dururken evler yenilendi de; bunun yıkması para, içindekileri inşaat süresince başka bir yerde barındırması para, yerel yöneticilerin talepleri para, müteahhidin olması gereken kazancı hep para... değil mi?
O zaman yıkılan beş dairenin yerine 10 daire yapmazsanız çark dönmüyor.
Buraya kadar da iyi… Peki, ilk beş daireye o eskiden oturanları yerleştirdiniz, geri kalan beş daireyi kime satacaksınız?
İki senede nüfus iki katına çıksa tamam da, hadi Suriyelisi, arabı çorabı falan da dahil o kadar alıcı yok ki?
İşte bu nedenle kentsel dönüşümdeki hesapsızlık da stok fazlasına neden olmaktadır.
Peki, siz paranız olsa bile böyle bir durumda fiyatların artacağını varsayıp paranızı yeni konut almaya mı yatırırsınız yoksa “dur hele” deyip nakitte kalır ya da alacaksanız bile fiyatların düşmesini mi beklersiniz?
Türkiye, tarımı ve sanayisi geriler ve dış ticareti açık verirken işte bu inşaat “hamle”leriyle bir süre büyümesini sürdürebilmiş, borç-harç desteğini de kullanarak bu güne gelebilmiştir.
Ama bu gün için artık burada da imkânların sonuna gelinmiştir.
Satılmayan inşaatlara devam edemezsiniz, inşaatçıların satılmayan daireleri üretirken borçlandığı paralar hele ani yükselen bu kurlar karşısında “taşınamaz yük”ler haline gelmiştir.
Devlet, yani hükümet; sırf yeni projeler yapılmasın da eldekiler satılsın diye yeni projeli konut satışlarında yüzde 18 gibi bir KDV yükü getirmiştir.
Konut inşaatları çıkmaza girince büyük büyük devlet inşaatları devreye sokulmuştur.
İnşaat sektörü, ekonomide pek çok sektörün tetikleyicisidir.
“Satılabiliyor olması şartına bağlı olarak” inşaat yapıldıkça nakliye, mobilya, beyaz eşya, elektrik, sıhhi tesisat, hırdavat, daha doğrusu yeni bir eve taşınırken nelere para harcayacaksanız o sektörlerin hepsi para kazanır ve coşar.
Buraya kadar tamam.
Ama satışlar durursa…Bu sefer hepsi durur, sadece faizler işler.
İşte o nedenle ben atasözünü biraz farklılaştırıyorum:
Devir değişti.
Artık “Evlenene de ev yapana da Allah yardım etsin!”