Yerel yönetimleri özerkleştirme,
kadın istihdamını ikiye katlama falan…


Basında çıkan haberlerden öğrendiğimize göre CHP’den bir heyet Avrupa solu ile buluşmak üzere bir dizi ülkeyi ve o ülkelerdeki çeşitli partileri ziyaret etmiş, fikir alış verişinde bulunmuş.
Dönüşte verilen demeçlerinde iki konu dikkatimi çekti.
Bunlardan birisi “Yerel yönetimlerin merkezi yönetime karşı daha da güçlendirilmesi”, ikincisi “Türkiye’nin, kadın istihdamını iki katına çıkarmadan ekonomik olarak diğer ülkelerle rekabet edemeyeceği” konusunda kendilerinde oluşan kanaat.
Dostluk eğer “Aman sayın vekillerim, ne kadar da isabet buyurdunuz; hakkı aliniz var” demek değil de dürüstçe kişisel düşünceleri söylemekse o zaman söyleyelim:
1.Türkiye’de yerel yönetimlerin merkezi yönetime karşı daha da güçlendirilmesini savunmak, hatta bir zamanlar bize bu şekliyle uymaz deyip imzaladığımız “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”ndaki o çekincemizi kaldırmayı düşünmek “yanlıştır”.
2.Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını kadın istihdamını iki katına çıkartma ile başlatmayı söylemek bu işin nasıl olduğunu, nereden başlatılması gerektiğini bilmemektir.
Şimdi bunları sırasıyla açalım:
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın imzalandığı tarih 21 Kasım 1988’dir. Türkiye tarafından 1991 yılında TBMM’ce uygun görülmüş, 1992’de imzalamış, 1993 yılı başında yürürlüğe girmiştir.
Bu dönemde Avrupa, yerel yönetimleri (Buna belediyeler de diyebiliriz) merkezi yönetimlere karşı daha da güçlendirerek bir “Birleşik Avrupa” kurma gayretindedir. Birleşik Avrupa gibi bir birliğin kurulabilmesi için ulusal devletlerin yerine ufak ufak yerel yönetimlerin öne çıkarılmasının bu işi hayli kolaylaştıracağına inanılmaktadır.
Türkiye, şiddetle Avrupa Birliği’ne girme arzusunda olduğu o günlerde, anlaşmanın bazı hükümlerinden endişe duysa da, bunlar konusunda çekincelerini belirterek ana metni imzalamayı uygun görmüştür.
“Devletin bütünlüğünü ortadan kaldıracağı için” o tarihlerde öne sürülen başlıca çekincelerimiz şunlardır:
-Merkezi hükümetler planlama ve karar alma süreçlerinde yerel yönetimlere danışacaktır. (İtiraz edebilecekler)
-Yerel yönetimler kendi iç idari örgütlenmelerini kararlaştırabileceklerdir (Özel kolluk gücü kurma gibi)
-Yerel yöneticilerin görevle ilgili yasak ve suçları, genel hukuk kurallarına göre tanımlanabilecektir (Merkezi yönetimin tanım ve kararlarına göre değil).
-Yerel yönetimlerin Merkezi hükümetçe denetiminde genel maksat aşılmayacaktır (Üzerine fazla gidilmeyecektir)
-Mali sistem, yerel yönetimlere daha fazla kaynak sağlayacak biçimde esnetilecektir (Vergi koyma, merkezin koyduğu vergileri kaldırma-azaltma hakkı)
-Bölgede çıkan kaynaklarda yerel yönetimlere söz hakkı tanınacaktır (Petrol, madenlerden pay)
-Bölgeye hibe edilen kaynakların nasıl kullanılacağı, nereye tahsis edileceğine karışılmayacaktır (O kaynakları biz kendimize göre istediğimiz alanlara tahsis edeceğiz)
-Yerel yönetimler istedikleri uluslararası birliklere merkezi yönetime sormadan katılabileceklerdir (Hükümet onlarınuluslar arası işbirliklerine müdahale edemeyecek)
-Yerel yönetimler başka ülkelerin yerel yönetimleri ile serbestçe işbirliği yapabilecek (Bu işbirlikleri merkezi hükümetin dış politikalarına ters düşse de)
-Yerel yönetimler, serbestçe yargıya başvurabilecekler (Kendi devletlerinin uygulamalarına karşı uluslararası mahkemelerde dava açabilecekler).
*
Şimdi bir düşünelim bakalım: Türkiye’nin bu sözleşmeyi yukarıda sıralandığı gibi “çekinceler koyarak” kabul ettiği 1992-1993 yılları ile bu gün kıyaslandığında acaba “memleketteki son gelişmeler” bu çekinceleri haklı mı çıkarmıştır yoksa gereksiz “evhamlar” haline mi getirmiştir?
Şurası açıktır ki:
- İki dönem kıyaslandığında, bu sözleşmenin kabul edildiği dönemlerde bizim güneyimiz ve güneydoğumuz şimdiki durumda değildi.
Merkezi hükümetin duruma hakimiyeti daha fazlaydı, devlete karşı bu kadar rahat kafa tutulamıyordu” ve milletçe daha huzurluyduk, gelecek endişemiz bu kadar yüksek değildi.
Şimdi bunca sıkıntıya rağmen, “o çekinceleri de kaldırıp” yerel yönetimlere biraz daha özerklik tanırsak bize daha çok demokrasi gelir, daha demokratik bir toplum oluruz demek acaba ne kadar doğru olur?
“çekince”lere rağmen yaşadığımız bu durum, o çekinceler kaldırılsın denirken ne kadar “tartışmasız” bir doğru sayılabilir?
-Özellikle iktidar partisinin uygulamalarıyla; şu anda belediyelerin ne harcamaları, ne işlemlerinin hukuka uygunlukları konusunda bir denetim imkanı kalmamış, bu belediyelerin pek çoğu, üstelik Avrupa’nın kendilerini korumaya çalıştığı o merkezi denetime yani hükümete ve partiye yaranmak için her türlü israf ve sıkıntının kaynağı haline gelmişlerdir.
Kurulan belediye şirketleri kendilerini daha da bağımsız hissetmekte, hesap sorulabilir halden şiddetle çıkmaktadırlar.
Bu konuda da soralım: Acaba Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekinceleri de kaldırarak mevcut belediyelerimizi idari ve mali açıdan biraz daha kendi başına hareket eder haline getirirsek demokrasi daha da mı rayına oturacak, toplum daha da mı refaha kavuşacaktır?
Durum açıkça gösteriyor ki, Türkiye bu gün içinde bulunduğu durum itibariyle yerel yönetimlerini biraz daha kendi başına buyruk haline getirmekle bir şey kazanamaz, aksine devletinin kurumlaşmasında bu güne kadarki kazanımlarının son kırıntılarını da israf etmiş olur.
Buna karşılık “Ama biz de Avrupa Birliğine gireceğiz ya..” denecektir belki de.
İyi de şu anda o Avrupa Birliği de çatırdamıyor mu? Bizimle araya yeni mesafeler koymadı mı? Onların önerdiği “özerkliklere” tam uysaydık bu günkü Ortadoğu devleti görünümümüzden daha kötü bir yapıda olmaz mıydık?
*
Heyetin ikinci tesbitine gelince…
“Kadın istihdamını ikiye katlamadan ekonominin rekabet gücünü artıramayız görüşünün bu günün koşullarında hiçbir tutarlılığı olamaz.
-Birincisi; Genel istihdam artmadan kadın istihdamı artmaz. Ülkede eğer 10 milyon çalışmaya hazır ama boş oturan kişi varsa, bir başka açıdan “10 milyon kişilik de iş açığı var demektir.
Çalışanların çoğunun erkek olduğu doğrudur ancak, mevcut istihdam kapasitesi sabitken ya da bunu artıracak yeni bir projeniz yoksa, evde oturan kadınlarımızı istihdam etmek için halen çalışan bir o kadar erkeği geri çekip kahvehanelere göndermek dışında bir seçeneğiniz olabilir mi?
Yani 10 kişilik tezgahta 10 kişi çalışabiliyorsa, 5 de kadın çalıştıralım diye tezgahı büyütmeden burada 15 kişi çalıştırabilir misiniz?
Demek ki, matematik olarak iş imkanı sınırlıysa siz o işyerlerine şu kadar daha kadını işe sokacağız diyemezsiniz. Derseniz bu boş bir laftan öteye gitmez.
İlle de yaparım der ve 10 milyon işsiz varken örneğin 5 milyon kadını da bir biçimde emek piyasasına sürerseniz; ekonominin en basit kuralıdır: bu yeni gelenler daha önce çalışanlara rakip olacağı için ücretlerin aşağıya düşmesine neden olursunuz.
Düşünsenize, bu ülke kendi insanına iş veremezken savaştan kaçıp gelenlerin de piyasaya girmesiyle emek piyasasında yevmiyeler daha da aşağılara düşmemiş midir?
Yeni yatırımlar ve iş imkânları yaratmadan emek piyasasına daha fazla emekçi sokulması aslında bir başka “rekabet” imkanı yaratır tabii: Emek arzı arttıkça emekçinin ücreti düşeceği için Türkiye, şimdikinden daha da ucuz bir işçilik cenneti olur. Zaten bazı politikacılarımız da yabancı yatırımcıları özendirmek için “gelin, bizdeki ucuz işçilikten istifade edin” demiyor mu?
Böylece bizde birileri tabii ki rekabet etme şansını bulabileceklerdir…
Ama ne zaman biliyor musunuz?
İstihdam imkânlarını arttırmayı düşünmeden piyasaya daha fazla emekçiyi sokmuşsanız; yani onlar karınlarını doyurabilmek için, daha düşük ücretlerle çalışmaya razı ve kıyasıya birbirleri ile iş kapma rekabetine girmişken…
Unutmayalım: Kadın istihdamının tek yolu “genel istihdamı” artıracak tedbirlerdir. İşyeri sayısı ve kapasiteler artmadan kadın istihdamı artmaz. Ekonomiyi gerçekten rekabet edebilir hale getirmek isteyenler önce üretim üzerindeki vergi-sigorta yüklerinin azaltılmasına, iç pazarın nasıl kurtarılacağına, dış pazarların nasıl yeniden kazanılabileceğine kafa yormalıdırlar.
Kadına hizmetin yolu, bu dar iş piyasasına sokup ona sefalet ücretleriyle çalışma imkanı sağlamaktan(!) değil, kadınlı erkekli “emekçiye” yeni iş imkanları açmaktan geçer; var olan piyasayı büyütmeden hayali paylaştırma sözleri vererekten hiç değil.