Din, sağ siyaset, sol siyaset ve “düzene” karşı nasıl bir muhalefet?


Siyasette “sağ” ve “sol” kavramlarının nereden geldiğini pek çoğumuz biliriz ama bilmeyenler için de kısaca hatırlatalım:
“Olay”, 1789-1799 yıllarında yaşanan Fransız devrimi’nde geçer.
O dönemde, Fransız Parlamentosunda başkanın bulunduğu yerin sol tarafına "devrim"den, sağ tarafına "kraliyet"ten yana olanlar oturduğu için, “siyasi taraflar” belki de kolayca tanımlanıp söylenebilsin diye “sağcı” ve “solcu” diye adlandırılmışlar.
Yani o günlerde tesadüfen salona ilk giren kralcılar solda, devrimciler sağda kümelenselerdi, şimdi belki de sağcılığın devrimcilik, ilericilik anlamına geleceğini kabul etmek yanlış olmazdı değil mi?
Hatta oradaki salonun durumuna göre, bu siyasi kanatlardan biri yukarıda, diğeri aşağıda oturuyor olsaymış, belki de şimdi biz o siyasi kanatları “aşağıdakiler” ve “yukarıdakiler diye adlandırabilecektik.
Biraz dikkatli olanlar, bunun günümüzdeki ufak belirtilerini bile görebilirler:
Bilirsiniz, büyük toplantı salonları, oturanlar birbirinin görüşünü engellemesin diye eğimli, yani “anfi” şeklinde yapılmıştır.
Bu salonlarda yönetime yakın ve bir şeyler yapmak isteğinde olanlar önde, biraz “mesafeli” ya da “isteksiz” olanlar arkalarda; ya da bu eğimli salonlara göre tanımlarsak “yukarılarda” otururlar.
Nitekim, Bizim Büyük Millet Meclisimizde de “yukarı”larda oturanlara “yaylacılar” denir.
*
Malum, “sağ siyaset” tutucudur, değişimlere karşıdır.
Ekonomide de “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”ci, yani “Ellemeyin, böyle gitsin”cidir.
Diğer taraftan, kapitalist düzende yaşayan toplumlarda, bu düzenin doğası gereği, hiçbir zaman sağlıklı bir gelir ve servet dağılımı olmadığı, yoksulların ve güçsüzlerin çoğunlukta ama servet sahiplerinin iktidarda olduğu; kağıt üzerinde gösterilen eşitliğe rağmen siyasetin hiç bir zaman “parasızlar” tarafından belirlenemediği göz önünde bulundurulursa, bu ekonomik dengesizliğin her zaman için “düzene itiraz” yönünde bir istek yaratacağı açıktır.
Düzenin hakimi sağ iktidarlar, bu değişim isteklerini “sadaka” dağıtarak susturmak gibi bir ekonomik tavizle, umut dağıtmayla, göz boyamayla, baskıyla bir miktar bastırsalar da; her zaman bunu destekleyen bir başka unsuru daha; “din”i kullanmaya ihtiyaç duyarlar;
Çünkü dinler hiç bir zaman “değişim”den yana olamazlar.
Nedeni açıktır.
Dinlerde her şey “düşünmeye” ve bu düşünce ile bir şeyleri gerektiği yönde değiştirmeye değil, binlerce yıl önce yazılmış kutsal kitaplara ve çok fazla irdelemeden orada yazılı olanlara çok fazla soru sormadan “inanmaya” ve orada yazılanları nesilden nesile bire bir “nakletmeye” dayanır.
Dolayısıyla; aslında toplumsal koşullar, hayat, ekonomi, bilim geliştikçe; yani “Dünya döndükçe” “yöneten-yönetilen” ilişkilerinin de değişime açık olması ve “yenilenmesi” gerekirken “din”i referans alarak yürütülen siyaset mevcut yapıyı ve iktidarı “muhafaza”ya hizmet eder.
Sağ siyaset, akademik olarak açıkça savunamasa da, günlük siyasetini çoğu zaman “din”e dayandırırken, hep tribünlere oynamış ve tabii ki karşısındaki “sol” siyaseti köşeye sıkıştırmak için de, aslında böyle olmadığı halde “din karşıtı” göstermeye çalışmıştır.
Bu durum, toplumsal yapının bilinen niteliği dolayısıyla kent merkezlerinden varoşlara, kırlara doğru gidildikçe kendini daha fazla gösterir.
*
Peki, binlerce yıllık geçmişten “nakli” değil de şimdiki “aklı” esas alan, refahın giderek daha geniş kitlelere yayılmasını, gelişimden herkesin nemalanmasını, toplumun o günkü ihtiyaçlarının karşılanmasını; kısaca her geçen gün daha ileriye gitmenin yollarını arayan ve bu arayışını anlatarak kitleleri arkasına alması gereken “sol” partiler acaba böyle bir tutum karşısında ne yapmalıdır?
Acaba, her türlü ilerlemeyi savunmakla birlikte “sağ partilerin yaptığını da ihmal etmeyip” mümkün olduğu ölçüde o da mı dini kullanmalıdırlar; yoksa "siyasetlerini" halkın dini inançlarından ayrı tutarak, sağ partilerin çekmek istedikleri sahalarına girmeden, dinin siyasetin malzemesi haline getirilmesini kabul ve bu tartışmalara iştirak etmeden mi anlatmaya çalışmalıdırlar?
Siyasetin günlük akışına baktığımızda, birkaç sol parti dışında özellikle ana muhalefet partisinin, sol siyaset yapmakla birlikte, sağ siyasetin kullandığı “din”i argümanları da kullandığını görmekteyiz.
Bu tavrın bir açıklaması, sol siyasetin sağ siyasetin söylediği gibi “din”e karşı olmadığını ispatlama yani kendini kendini savunma gayreti ise, diğer açıklaması bu alandan kendilerinin de yararlanmak, halka ulaşmada bu önü karşı tarafça açılmış yolu da ihmal etmemek, sağ partilerle bu alanda da rekabete girmek diye düşünülebilir.
Peki, hangi amaçla olursa olsun, şimdi ülkenin gündemine oturmuş bu uygulama doğru ya da akılcı bir yöntem sayılabilir mi?
-Bir sol parti acaba siyaseti “dini” referanslarla da sürdürdüğünde kendi ideolojik “net”liğine ya da “saflığına” zarar vermiş olur mu?
-Bir sol parti, artık kendisi de bu konulara taraf olup tartışmalarına girmekle “dinin siyaset alanında kullanılması”na dolaylı olarak katılmakla; sağ partiler kadar şanslı, birikimli ve daha da önemlisi "gözü kara" olmadığı bir alanda siyasi yarışa girmekle, bu tür bir yarışta, aslında kendini yine kendi eliyle “eksik rekabete” yani düşük bir şansa mahkum etmiyor mu?
-Ve dahası; bir sol partinin, ya da bir iktidar karşıtı partinin, -örgütlenmesinden söylemlerine kadar- yönünü "bu biçimde" belirlemesi acaba “düzen”in kurduğu tuzağa düşmesi midir?” demesek de bu düzeni bir hayli keyiflendiren bir seçim mi?
*
Şimdi yukarıda sorduğumuz ve aslında herkesin düşünmesi gereken sorulara kendi cevaplarımızı sıralayalım:
1. Bir partinin temel felsefesi, dünya görüşü ve programı anlamındaki “Siyaset” aslında her yönü ile kendi içinde bütünlük ve uyum gösteren bir modeldir, “strateji”dir.
Dolayısıyla, sol partilerin modellerinde, zaman zaman rakibi olan sağ partilerin hiç de doğru ve yerinde olmadığı halde kullandıkları “din” unsurunu kullanmaları, onlardan rol çalmaları kendi temel felsefelerine, programlarına zarar verir. “Bu iş taktikseldir, temel prensiplerimize zarar vermez” dense de zaman içinde -maalesef- o felsefenin netliğinin, diriliğinin bozulmasına yol açar.
2.Toplumun dini motiflerle yönlendirilmesi, bu motiflerin ön plana çıkarılması, bu tablonun iktidarın temel dayanağı haline gelmesi; devlet yapısının giderek dini esaslara ve dolayısıyla “tutuculuğa” düşmesine yol açacaktır.
İnsanların içinde bulunduğu koşulları tartışması ve daha iyiyi, daha doğruyu, daha yeniyi aramak yerine bunun dışındaki konulara yönlendirilmesi, “o toplumun sadece yerinde saymasına”, bu da orada kurulu “düzen”in aynı koşullarda sürdürülmesine yarar.
Bir sol siyasetin, “taktiksel olarak” sağ siyasetin istismar alanına girerek dini kullanması, belki kimi siyasetçilere bazı imkanlar sağlar ama o siyasete hiçbir zaman şans verip “solu” “sağdan dolaşarak iktidara getirme” şansı vermez.
Daha önce de söylemiştik; birincisi, bu iş başta solun temel felsefesini, modelini yıpratır; ikincisi, bu alanda kimse bir sağ parti kadar cüretkar ve avantajlı olamaz.
Dini referans alarak yapılan siyasette “sağ”, din ile ortak olan tutucu nitelikleri dolayısıyla her zaman “sol”dan daha kazançlı çıkar.
Dolayısıyla “sol” siyasetin aleyhe sonuç verecek alanlardan, daha avantajlı olduğu alanlara kaydırılmasına, daha doğrusu kendi doğal yatağından çıkarılmamasına dikkat edilmelidir.
3.Sol siyasetçilerin kendi kulvarlarında yol almak varken bazen şans ve becerilerinin daha düşük olduğu “sağ” siyaset alanına kaymaları şanslarını azaltıyorsa, acaba bu tavır her zaman kendi tercihleri midir? diye de düşünülebilir.
Değildir tabii.
Belki de toplumun bir kesiminin sırf her konuda olduğu gibi inanç ve ibadet hürriyetinde de “eşit yurttaşlar” olmaktan dolayı sahip olması gereken dinsel haklarını koruma güdüsü ile girilmek zorunda kalınmıştır o alana.
Ama, o kesimi sonuna kadar haklı olunan “insan hakları” açısından kollar ve “savunurken”, bunu siyasi çatışmanın ana konusu haline getirmemek, siyaseti bunun üzerine kurmamak şartıyla tabii.
Bunu yapamazsanız; siyasetin konusu, gündemi doğal olarak sizin olmasını istediğiniz alandan kayacak ve, doğruca “sağ” siyasetin kendi bahçesine yuvarlanıverecektir.
Bilerek ya da bilmeyerek, hele hele toplumun işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk “cangıl”ında şaşkına döndüğü bu zamanlarda siyasetiniz hala genelde dini konular etrafında dönüyorsa, gerçeği teslim etmekte yarar var: “düzen” bundan çok mutludur.
“Eziliyorlar, soyuluyorlar, sadakaya muhtaçlar, yine de gidip iktidara oy veriyorlar” “ama neden?” diyor ve buna kökten bir cevap arıyorsanız, bilin ki bunun doğru cevabı “düzen”dir.
Kişisel beceri düzeyi, sizin adayın daha az makarna dağıtmış olması ya da hemşehri örgütlemesinin daha zayıf olduğu, kimilerinin oyları bölmesi, seçimi protesto etmesi falan gibi şeyler asla değil.