Beğenilmeyeni seçmek, seçileni beğenmemek ve nasıl bir gidiş?


Geçtiğimiz günlerde ufak bir “Yunanistan turu” yaptık.
Yunanistan’ı, yani hem tarihsel hem coğrafya anlamındaki bu yakın komşumuzu, özellikle “Çipras”lı son siyasi çıkışından sonra dünya gözüyle izlemek enteresan olacak ve belki bazı çağrışımlar yaratacaktı kafamızda.
Öyle de oldu nitekim
Şimdi bunları özetlemeye çalışacağım.
*
Türkiye’den kalkıp Yunanistan’a gidildiğinde göze çarpan en büyük özellik duvar yazıları olmalı.
Başta Atina sokakları olmak üzere neredeyse hiç bir boş duvar bırakmamacasına hemen her yer yazılarla kaplanmış.
Sanırım kimsenin de silmek için bir gayreti yok.
Yunanlı rehberimiz “bunlar şehrin süsleri” diyor ama bence “süs”ten daha çok bir “dışa vurum”.
Peki, demokrasinin milattan öncesini görmüş, doğrudan demokrasiyi yaşamış bir ülkede insanların ve özellikle de gençlerin düşüncelerini bildiğimiz siyaset usulünce ortaya koymak varken duvarları donatmaları nasıl yorumlanabilir acaba?
Bu “dışavurum” biçiminin bizim “gezi” sırasında gördüğümüz yazılarla bir bağlantısı olabilir mi dersiniz?
*
Yunanistan borca batık bir ülke.
Bu güne kadar “temsilen” ve “siyasetçilerle” idare edildiğine göre, halkın kabahati yok; batıran siyasetçilerdir dersek pek yanlış olmaz.
Geliri ile giderini bir birine denk getirememiş, bu başarısızlığı ve gidişatı uzun yıllar halkından saklamış, sonra da milletçe alacaklılarına “Allah bana ben sana” dedirtecek bir duruma gelmişler.
Bundan sonrasının nasıl gelişeceğini ancak yaşayarak göreceğiz ama bir şeyler çok açık:
Ülkenin bu hale gelmesinde en büyük pay siyasetin.
Daha doğrusu, o siyasetçileri üreten “sistem”de bütün sorun.
Düşünüyorum; oradakiler Aleko, Yorgo… Bizdekiler Ahmet, Mehmet…isimler farklı ama “sistem” aynı siyasi sistem olduğuna göre o “gidişat” bir gün bizi de aynı noktaya iteler mi, ne dersiniz?
*
Klasik siyasete en belirgin tepki 1968’de, bizim de Üniversite öğrencisi olup içinde yaşadığımız o günlerde kendini gösterdi.
Fransa’da patlamış, bütün dünyayı sarmıştı 68.
İkinci kez çıkışı bizde patlayan “gezi” olaylarıdır.
Bu koca yerküremize göre küçücük sayılabilecek bir parkta çakan bir kıvılcım kısa zamanda dünyanın pek çok yerinden; ABD, İngiltere, Ukrayna, Bulgaristan, Hollanda, Belçika, Fransa, İsrail, İtalya, Azerbaycan ve hatta Japonya’da yankılandı.
Bu günkü Yunan Başbakanı “Çipras”ın koalisyonu Syriza’nın Gezi için yayınladığı afişlerde bu olay için “Bizi bir deniz ayırır, şeref birleştirir” diyordu. Kastettiği elbette ki kendilerinin de o “Gezi ruhunu hissetmesi”, duygudaşlıkları idi. Ortaklaşa bir pay çıkaracaksak, konumuz olsa olsa bu olabilirdi.
Hani bazıları “Gezi’yi dış güçler başlattı” der ya.
Bence tam tersine,
Buradaki kıvılcım dünyanın pek çok yerindeki gençleri harekete geçirdi.
Harekete geçme ne kelime; kimileri deniz aşırı yerlerden, kilometrelerce uzaklardan bu duygulara katılmaktan “şeref” bile duydular.
Peki neydi bütün bu olanların anlamı?
*
Türkiye’nin 1968’ini birlikte yaşadığımız, bir “Mülkiyeli” arkadaşımla konuşuyoruz:
-Bu günkü siyaset neden insanları özellikle de gençleri tatmin etmiyor?
Neden tepkilerini daha farklı biçimde gösteriyorlar?
Kimseleri beğenmiyorlar?
Neden siyasete mesafeliler?
“Sanırım şimdiki siyasi sistem insanların ihtiyaçlarını karşılayamıyor”
-Yani millet kendi seçtiği vekillerinin yaptıklarını beğenmiyor, yapacaklarına güvenmiyor mu?
“Evet, büyük ölçüde öyle maalesef.”
“Zamanında eski yunandaki şehir devletlerinin “doğrudan demokrasi” uygulaması pek güzelmiş. İnsanlar bir meydanda toplanır, tartışır ve kendi kararlarını doğrudan kendileri verirlermiş.
Giderek nüfus artıp, konular karmaşıklaşınca “doğrudan demokrasi”nin uygulanma imkanı kalmadığı için “temsili demokrasiye” geçilmiş.
Örneğin 15 milyonluk İstanbul’un halkını 88, Yalova’yı 2 kişi temsil etsin denmiş.
“Düzen” insanlara her 4-5 yılda bir, ilerideki 4-5 yıl için kendileri adına karar verecekleri bu temsilcilerini yani vekillerini seçtirmeye başlamış.
-Yani temsilciler ya da vekiller seçildikten sonra halktan kopmuşlar mı demek istiyorsun?
“Evet, belki onlar baştan böyle olmasını istemese de sistem işi bu hale sokmuş.
Tabii ki insanların anlık duygu ve düşüncelerinin dört yıl boyunca bir başkası tarafından aynı şekilde algılanması, onların hep istenen biçimde davranması beklenemez. Vekil yine kendi koydukları kurallara göre “hukuken” o halkın vekili olsa da, gelişen her olay karşısında halkın kendisi gibi düşünebilmek, “halkın kendisi olmak” gerçek hayatta rastlanabilecek bir şey değil.
-Temsili demokrasi, halkın kendisini yönetmesine yetmiyor mu diyorsun?
“Evet, doğrudan demokrasiyi yürütme imkanı kalmayınca yerini mecburen “temsili demokrasi” almıştı ve insanlar kimi seçerse seçsin sonunda işlerin kendi istediği gibi yürümediğini düşünüyor ve siyaseti sevimsiz bir iş olarak bile görüyordu ya… Sonunda çok enteresan bir gelişme oldu. O kolay kolay bir araya gelemediğimiz, bir şeyleri birbirimizle tartışıp karara bağlayamadığımız, dolayısıyla işi “vekil”lerle yürütmeye çalıştığımız dünyamızda adına Internet denen bir büyük teknolojik gelişim yaşandı ve bu engellerin hepsi ortadan kalktı.
-İnternet’in sağladığı iletişim imkanları “doğrudan demokrasi”yi yeniden gündeme mi getiriyor yani?
“Aynen öyle.
Düşünsene, bu gün burada bir şey oluyor, anında dünyanın öbür ucundaki insanlar öğreniyor ve tepkilerini veriyor yani kişisel iradelerini serbestçe ortaya koyabiliyorlar.
Ne bir meydanda toplanmaya gerek var, ne yollara düşmeye, ne sınırları aşmaya.
Duvardaki “No border no nation” Yani “Sınır yok- millet yok” yazısını anlamaya çalışalım; koca bir dünya, her dilden, her dinden ve her renkten 8 milyar insan, senin parkında on tane ağaç kesildiği zaman anında haberini alıyor, resmini görüyor ve önünde hiçbir sınır olmaksızın, senin kim olduğuna bile bakmadan bu “olay” için insani tepkisini gösterebiliyor.
Bu durum bir zamanların meydanlarda toplanıp yapılan “doğrudan demokrasi”nin, yeniden ve daha kapsamlı olarak doğuşu değil mi?
Acaba teknoloji bu yeniliği insanlığa armağan etmeseydi, eldeki “temsili demokrasi” usulleri ve önceki imkanlarımızla ne kadar zamanda, ne ölçüde ve aslına ne kadar sadık kalarak ulaştırılabilirdi buralara?
Oysa bu olayda, bizde yer yerinden oynarken siyasetin kendilerine çizdiği çizgileri aşamayan televizyon kanalları o günlerde halkla alay edercesine ya penguen belgeseli ya da abuk sabuk yarışma programları yayınlarken Internet üzerinden kısa süre içinde 13,5 milyon twitter mesajı geçilmiş, olayların milyonlarca fotoğrafı yayınlanmış, haberleri aktarılmış, düşünceler açıklanmıştı.
Üstelik 68’den bir adım daha öteye giderek; kavgasız, gürültüsüz, her kesimden insanı bir araya getirerekten.
Bu "ziyaretler", alana birkaç siyasetçinin gelip hal hatır sorması, oralarda dolaşmasıyla şimdiki ”temsili siyaset” bunun yüzde biri kadar sonuç yaratabilir miydi?
*
Siyasetin konusu, halkın kendi iradesiyle kendinin nasıl yönetileceğini kararlaştırmak, bildiğini yapması, istediğini yaptırması ise, “vekalet yoluyla irade kullanılması” bu saatten sonra gerçekten ömrünü doldurmuş gibi görünüyor.
Seçimlerin kimseyi tatmin etmemesi, halkın ve özellikle de genç neslin “vekaleten yapılan siyaset”e ilgi ve gerek duymaması, duygu ve düşüncelerini daha kısa yoldan ve “doğrudan” aktarabilmek için Internet’i ve duvarları kullanıyor olması da gösteriyor ki “siyasetin nabzı” artık meclis kulislerinde, parti binalarında değil; şehir duvarlarında, mahalle forumlarında, Internetteki platformlarda atıyor.
Bu “büyük dönüşüm” giderek daha da belirginleşecek gibi.
-Peki o zaman şimdiki “temsilci siyasetçi” ne yapmalı ?
“Klasik siyaset de, klasik siyasetin temsilcilerinin de anlayıp yapması gereken, bu halkın kendilerine vekaleti verdikten sonra gerisini kendilerine bıraktığını varsaymak yerine onların “şimdi” ne dediklerine, neden taraf olduklarına dikkat etmeleri.
“Gezi ruhu”nu dikkate alıyoruz deyip, olsa olsa içlerinden bir kaçını o temsilciler heyetine, yani giderek işlevini yitiren temsili demokrasinin vekilleri arasına katmak değil çözüm.
Her olayda artık vekillerin değil, “kitlelerin” ne düşündüğüne, ne yapmak istediğine dikkat etmek ve gereğini yapmak işin doğrusu.
Yaparsanız, kimse sizin “vekalet” sırasında yanlış yaptığınızdan söz edemeyecek, hatta katkılarınızdan dolayı minnet duyacaktır.
Ama eğer yapmaz, yapamazsanız, üstünüze üstünüze gelir bu çağın kazançları, buluşlar, dünyanın her köşesindeki insanların tepkileri.
*
Rehbere “Belediye bu duvar yazılarını niye silmiyor” diye sormamın bir saflık olduğunu daha iyi anlıyorum şimdi.
Duvarları silmesine silerdi ama oranın belediyesi de ama o insanların duygularını silemezdi ki;
Silerse onların ne düşündüklerini kimse bilemezdi, yükselen tepkilerin ancak üstü örtülmeye çalışılırdı.…
Biz hem sildik hem penguen gösterdik.
Yani gizledik.
Halktan siyasete doğru giden yolu kendi istediğimiz gibi uzatmaya, dolandırmaya çalıştık.
Oysa bilgi ve iletişim çağında artık pek öyle dolandırılacak yol mol kalmadı, insanlar ve düşünceleri şimdi buradaysa saniyesinde dünyanın öbür ucunda.
Temsili demokrasi” kendi oluşturduğu o dolambaçlı yolun sonuna çok yaklaştı yani.
Biz de kestirmeden gidelim:
Siyaset hızla biçim değiştiriyor, belki de böylece yeniden aslına, doğrudan demokrasiye dönüyor. Fark eden eder, fark edemeyen o yollarda dolanır durur.
Gelin, geleni iyi anlayalım.
Bakın ne diyor Nazım Usta şiirinde:
Annelerin ninnilerinden
okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek
yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı