Koalisyonsa koalisyon da, acaba hangi koalisyon?


Bu zamanlarda bütün dünya ekonomik sıkıntı içinde…
Ama bizim memleket onlardan bir kat daha sıkıntılı…
Durumu abartıyor muyuz?
Yoo, muhalifim diyen hemen herkes aynen böyle söylemiyor mu?
Çevremizde dost diyebileceğimiz, serbestçe ticaret eyleyeceğimiz ülke kalmamış.
Pek çok yerden elçilerimizi geri çağırmışız.
“Sen eyyy!” diyerekten dünyanın sayılı gazetelerine meydan okuyup adamların nefretini çekmişiz.
Kapitalizmin karnecileri olan “kredi değerlendirme” kuruluşlarını ciddiyetsiz ve taraflı bulmuşuz.
İç-dış pazarları uluslararası çalışan markalara kaptırmışız.
Yabancılar bu memlekette hukukun nasıl işlediğinden, devlet kurumlarının tavrından, yatırımların güvencesinden fevkalade endişeli hale gelmiş.
Dünya halkları nezdinde ve uluslararası protokollerde itibarımız hiç de iç açıcı değil…
İşte böyle bir durumda, kalkıp “8 Haziran sabahından itibaren bambaşka bir Türkiye olacak” diye umutlanırken bu işi nasıl yapacağımızı da iyice bir düşünelim bakalım:
Tamam, koalisyonsa koalisyon ama nasıl bir koalisyon?
“O dönem bitti, zaten biz de onlara karşıydık” diyen bir koalisyon mu? Yoksa;
“Vallahi, maksat memleket kurtulsun tesellisi ile bu tabloyu yaratanlarla kol kola girip o büyük iddiayı “sulandıran” bir “kolkolasyon” mu?
*
Şimdi çok acele, bir “restorasyon” yani “görüntüyü kurtarma ve sistemi düzeltme” operasyonu yapamazsak iş iyice batağa saplanacak ve aynen, suyu ısıtılırken haşlanacağını fark edemeyen kurbağa misali ipin ucu iyiden iyiye kaçacak değil mi?
O zaman, öyle bir koalisyon yapılmalı ve dışarıya karşı neredeyse resmin aynada ters görünmesi kadar farklı bir görüntü oluşturmalıyız ki; içeriden-dışarıdan bunu gören hemen herkes, artık gerçekten o eski dönemin bittiğini; yine siyasetçilerin deyimiyle “bembeyaz bir sayfa”nın açıldığını görsün, inansın ve hem siyasetin hem ekonominin çıkmış olan “şirazesi” tekrar yerine otursun.
Çünkü bütün bunlar “sert” bir dönüşle ve “hemen şimdi” yapılmadığında, yine ister yerli, ister yabancı; hiç kimse ya da hiçbir kurum bu ara Türkiye’de “ciddi” bir “düzen” değişikliğinin yapıldığını görmeyecek, algılamayacak ve dolayısıyla bakış açılarını değiştirmeyeceklerdir.
*
Kapitalist dünyanın ciddi bir bunalım içinde bulunduğu bu dönemde, Türkiye kendi koşullarından dolayı daha da katmerli sıkıntılar içerisinde bocalamaktadır dedik ya…
İşin “fevkalade” ciddiyeti, -hesapça düşünülürse- eski düzene karşı gösterilecek reaksiyonun da o derecede köklü olmasını gerektirmektedir.
Mesele, hükümetteki falan adamların indirilip filan adamların getirilmesi, artık dümende bizim politikacıların olması değil, dümenin ne tarafa kırıldığı; topyekün bir düzenin, bir çarpık sistemin, bir Türkiye resminin şiddetli bir itirazla değişmesi ve bunun içeride-dışarıda adeta bir flaş gibi patlamasıdır.
*
Bizler yaradılış icabı birer “homo ekonomikus”uz, yani kendi ekonomimizden yola çıkarak düşünen ve bir şeylere iyi ya da kötü diyen insanlarız değil mi?
Yani “bizim ekonomimiz düzelirse her şey düzgün demektir” deriz.
Ama düşündünüz mü bilmem “bizim ve hepimizin, daha doğrusu bütün bir ülkenin ekonomisinin düzelmesi” onun önce dış politikasının düzelmesinden başlar…
Sakın kimse, önce taşeronu kaldırırız, maaşları yükseltiriz, yatırımcıya kredi veririz, teşvikleri arttırırız gibi yanlış yerlerinden başlamaya kalkmasın işe.
Aksine, bu işler bir şeylerin sonucu olarak kendiliğinden ortaya çıkar.
Bakın anlatayım:
Bir ülkenin uluslararası itibarı düşmüş, temsilcileri geri çekilmiş, çevresiyle kavgalı, dünya medyalarına yani küresel kamuoyuna meydan okumuş hali var ya… İşte o, onun dış ticaretini ve dolayısıyla ekonomisini geliştirmesindeki en büyük engelidir.
“Dış itibarınız yoksa dış pazarınız olmaz.”
“Dış pazarınız yoksa, satamazsınız, satamayacağınız malı da üretemezsiniz”
“Üretilip satılmayacak mal için kimse yatırım yapmaz”
“Yatırım yapılmayınca yeni işyerleri açılmaz”
“Yeni işyerleri açılmayınca kimseyi işe sokamazsınız”
“Kimseyi işe sokacak haliniz yoksa, istihdam şansınız da yoktur ve hatta hasbelkader işi olanların durumunu bile koruyamazsınız. Bırakın onları taşerondan kurtarmayı, ücretlerini insanca yaşayabilecekleri düzeylere yükseltmeyi; kapılarda milyonlarca insan her ücrete razılık teslimiyeti içinde bekliyorsa, çalışanları bile kuru ekmeğe muhtaç hale düşürürsünüz”
*
Türkiye, işçisini taşerondan kurtarabilmekten başlayarak, ne kadar beklenti varsa hepsine çare olabilmek için “ekonomisini düzeltmek” istiyorsa; asla “eski iktidarı törpülüyoruz, rejimi hizaya sokuyoruz” gibi bir “poliyanna”cılığa yani eski iktidar sahiplerine de iyiliksever olmaya bel bağlamamalı, mümkün olduğu kadar ve özellikle dış görünüşünü bir an önce düzeltecek konularda anlaşarak eski iktidar karşıtı bir koalisyonla çıkmalıdır iç-dış kamuoyunun karşısına.
Buraya kadarı “ekonomi” için “dış politika” idi.
Ya iç siyaset için farklı mı?
Eğer particilikte tabanınız sizin başarılarınızdan çok, biraz buruk da olsa daha çok eski iktidarın yanlışlarına tepkiden dolayı bu seçimde heyecanla çalışmış ve böyle bir tablo yaratmışsa;
Eğer siz üst yönetimlerinizi değil de o tabandakilerin duygu ve düşüncelerini temsilen koalisyon görüşmeleri yapacaksanız; bilin ki yukarıda alınacak herhangi bir yanlış karar sizi her şeyden önce kendi tabanınıza ters düşürür.
Siyaset uzun soluk gerektiriyorsa, tabanda “eski iktidarı karşıtlığı” duyguları hakimse;
Aman dikkat edin, dimyata pirince giderken partideki bulgurdan olmayalım.
Seçmenin “hayır” dediği partiye hiç kimse “peki madem öyle koalisyon da sizin dediğiniz gibi içinde ‘o hayır’lar bulunan bir koalisyon olsun” demesin.