'Kapitalist' durup dururken neden 'kapitalizm'e karşı çıkar?


Bugünün kapitalizminde gelinen nokta, yani şimdiki “uygulama” ülkemizdeki büyükçe kapitalistleri bile dehşete düşürüyor.
Daha önceleri Amerika’dan da buna benzer sesler gelmişti ama "hayırdır inşallah" deyip üzerinde pek durmamıştık. Bizi asıl şaşırtan olay Türkiye yapılan G-20 toplantısı öncesinde oldu.
Memlekette “kapitalist” deyince hemen akla gelen birkaç isimden biri, Sayın Ali Koç ilk anda adeta bir Marksisti andırırcasına: “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir." deyiverdi...
Eğer habercilerin aktarmasında bir hata yoksa hayli şaşırtıcıydı bu demeç tabii… Biz ilk anda, “Hele bunu bir de kendi iş yerlerinin toplu sözleşme görüşmelerinde söylese de görsek samimiyetini o anti-kapitalist tavrın…” diye düşünürken, ardından -biraz “yumuşatılmış” hali de olsa- benzer bir açıklama daha geldi:
Sayın Koç bu kez kendi dergisinde aynı konuya değiniyordu:
“Dünya’nın acilen daha eşitlikçi ve daha sürdürülebilir bir ekonomik modele ihtiyacı var. Bu modelin, ekonomik büyüme konusunda başarısı İkinci Dünya Savaşı sonrasında tescillenmiş kapitalizmden farklı bir model olması gerekmiyor. Ancak, mevcut yapının sürdürülemez olduğunu kabullenerek, kapitalizmi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Bir başka ifadeyle, kapitalizmin kendini yeniden keşfetmesi, yeni bir dinamizm ortaya koyarak dünyamızı bir dönem daha ileriye taşıyacak bir yapıya dönüşmesine ihtiyaç duyuluyor. Kapitalizm bunu daha önce birkaç kez yaptı; bundan sonra da yapmaması için hiçbir neden yok. Eğer bu dönüşüme tüm paydaşlar öncülük etmez ve yönlendirmezsek, iş dünyasının son 30-40 yılda büyük zorluklarla elde ettiği kazanımları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz...”
Bana göre konu bu ikinci açıklamayla biraz daha aydınlığa kavuşmuştu:
Demeçteki “Tüm paydaşlar” sözünün altını çizdim. Meselenin bazı aşırı iyimserlerin düşündüğü gibi hafiften sola dönüş ile hiç bir ilgisi yoktu..
Anlaşıldığına göre, bu söylemlerde "kapitalizm" denen sistemin külliyen reddedilerek onun tam karşıtı olan "sosyalizm"in benimsenmesinden ziyade, bu günün kapitalizminde gelinen nokta, yani şimdiki “uygulama” ülkemizdeki büyükçe kapitalistleri bile dehşete düşürüyor; "küresel paydaşlara” aman kazanç hırsınızı biraz gevşetin, yoksa eldekinden-avuçtakinden olacağız deniyordu.
Yani “yapın ama tadında bırakın, bak biz de kaybediyoruz” gibi bir şey…
Olabilir mi? Yani kapitalizm denen sistem kendi iradesiyle küresel ölçülerde “az kapitalizm”e dönüşebilir mi?
Küreselleşmiş sermaye, ulusal sermayeyi punduna getirip "ham yapmaktan" geri durur mu?
Bizce bu çok zor. Sıkılmış diş macununu yeniden o çıktığı tüpüne doldurmak ne kadar zorsa, bu iş de o kadar zor.
Neden diyeceksiniz?
Şunun için: Bir kere kapitalist deyince gözlerimizin önüne gelen bir tek kişi ya da aile ama; ondan hep daha fazla kazanmasını ve daha fazla kar payı dağıtmasını bekleyen kaç kişi var bu dünyada hiç düşündünüz mü? Sadece bir tek otomobil firmasının milyona varan "hissedarlarını" yani daha fazla para kazanmasını bekledikleri "ortak"larını göz önüne getirin örneğin.
Tutun ki bir yerli patron bir gün aşka geldi ve “artık daha az kazanmak istiyorum, fazlasını işçilerime dağıtıyorum” dedi.
Acaba küresel “piyasa” aynı yine aynı piyasa olarak kalacaksa, diğer kapitalistlere göre artık daha yüksek işçilik maliyetleri ile çalışmaya "yeltenen" bir yerli işletmenin; rakipleri, hatta küresel rakipleri karşısında ayakta durma şansı olabilir mi?
Ayakta kalamayınca, yani “oyundan çekilmek zorunda kalınca” da artık, bu yöntemle kapitalizm kendini yeniledi denebilir mi?
Acaba borsa, bankalar, kar payı bekleyenleri, yeni yatırımcıları ve hatta pazarlamacıları artık onun arkasında ne kadar duracaktır?
“O Kapitalist” bu küresel yarışta daha ne kadar “kapitalist” olarak kalabilecektir?
"İstiyorsan bat kardeşim" derler, "bizde her şey serbest, hatta kendi hesabımıza memnun bile oluruz, senin pazarın da bize kalır"
Bu iş, yoğurda hem su katmak hem onun hala yoğurt olarak kalmasını beklemek gibi “olmayacak” bir şey değil mi?
*
Kapitalizm, doğası gereği “sermayeyi” olabildiğince büyütme, bunu yapabilmek için de elinden geldiği kadar çok kar etme, yeni yeni pazarlara ulaşma ihtiyacında olan ekonomik sistemin adıdır.
Dolayısıyla kendi kendini frenlemesi, ancak aslını inkar anlamına gelir.
Küreselleşmiş yani artık “uluslar-arası”laşmış ekonomilerde bir “ bileşik kaplar” benzeri yapı varsa, artık o yapıda belirli bir kurum ya da bölgede “azıcık kapitalizm” uygulanamaz. Sizin işçilik maliyetleriniz yükseldiğinde, birileri içeriden-dışarıdan gelip kendi düşük maliyetleri ile pazarınız kapar, sizi o “piyasa”nın dışına atarlar.
Çünkü “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” kulübüne girmişsinizdir bir kere. “Tutun bunları, pazarıma girmesinler ve böylece ben de ayakta kalayım” diyemezsiniz.
Şimdi, “iyi ama bu işin bütün dünyada tadı kaçtı, bakın her tarafta işsizlik, yoksulluk, sefalet diz boyu”. Bu kapitalizm için büyük tehlikedir, sonu gelebilir, tedbir alınmalıdır” diyorsanız endişeleriniz doğrudur tabii…
Doğrudur fakat, bir başka doğru daha vardır; Kapitalizm adeta kendini inkar eden biçimde küresel çapta bir geri çekilmeyi kabul etmedikçe herhangi bir kurumun, bölgenin ve de küresel kapitalizme kapıları ardına kadar açık bir ülkenin kendi başına böyle bir dengelemeye gitmesi mümkün değildir.
*
Kapitalizm söylendiği gibi zaman içinde kendini yenilememiş midir?
Yenilemiştir tabii… Klasik iktisatçıların “hazır bulduğu” vahşi kapitalizm, bir süre sonra Keynes’çi düşünceyle, sisteminin dönemsel tıkanıklıklarını aşabilmek için araya devletin harcamalarını sokarak piyasaya müdahaleyi kabul etmiştir..
Yine vahşi kapitalizm, kapitalistler arası rekabeti sürdürebilmek amacıyla anti-tröst düzenlemelerine gitmiştir.
Dikkat edilirse bunların hiç biri kapitalizmin daha az kapitalistçe; yani emekten, sosyalizmden yana düzenlemeleri değil, kendi sistemini ayakta tutabilmek, girdiği dar boğazları aşabilmek için devletten aldığı takviyelerdir. Hani depreme karşı güçlendirme yapılır ya binalara, onun gibi...
*
İyi de bu endişeler çok mu yersiz? söylenenlerin hiç mi yararı yok da denebilir… Pratik olarak söylersek, “büyük balığın küçük balığı yuttuğu” bir sistemde, belki sadece kendi kapalı denizinizde yüzerseniz paçayı kurtarabilirsiniz ama; ekonominiz büyük okyanuslara açıldığında karşınıza o denizlerden gelen, sizden daha büyük balıkların çıkacağı ve sistem gereği yavaş yavaş yutulacağınız açıktır.
Açık denizlerdeki bir balık kendinden büyüklere "şu yutma huyundan vazgeçsek artık" dese sonuçta ne farkeder ki?
Bir kapitalistin içeride kendisini yaratan “sistem”e karşı çıkması da ancak bu denge içinde yorumlanmalıdır.
Kapitalizm içerideki “müşteriyi” yani emekçiler dahil sıradan halkı bile “ayakta tutma”yı çıkarına uygun bulur ama, kazancını kolay kolay içerideki -kendinden küçük- kapitalistle paylaşmaya yanaşmaz. Çünkü ona göre yerli kapitalist ancak yerli pazardaki müşteriye ulaşana, hukuki altyapıyı oluşturup ona kapıları açana kadar, bir süreliğine gereklidir. Sonuçta da; aradan çıkarılması, payının kısılması gereken bir “aracı”dır artık.
*
Peki içerideki kapitalistin derdi nasıl çözülecek?
Yani "kapitalistin kapitalizmden kaynaklanan endişesi nasıl giderilebilecek?
Korumacılık işte burada önem taşır ve “sistemde” yerli kapitalist için bir çözüm getirebilir. Korunur böylece dışarıdaki büyük balıklara karşı bir ölçüde.
Çünkü yerli kapitalistin sorunu kapitalizm değil, dışarıdaki "küresel kapitalizme" karşı “korumasız” kalmış olmasıdır.
Şimdi duyduğumuz o feryat bu anlamda yorumlanırsa, kendine göre haklıdır ve biraz zor da olsa bir çözüm yaratılabilir.
Yok, o çözüm için de ipin ucu kaçmışsa, gereken önlemi alma gücü ya da farkındalığı yoksa ve söylenenler işte buna tepki olarak “şimdiki kapitalizmi külliyen red” anlamındaysa, o zaman duyduğumuz aynen “kuğunun ötüşü”dür.
"Bize de mi?" anlamında “Küresel paydaşlara son sesleniş"tir.
İşte o saatten sonra da yapacak bir şey yoktur, sadece “haydi size de geçmiş olsun” denebilir.
Dolar bizde neden düştü, herkes buna neden şaştı?