Bu ara Türkiye ekonomisi için de bir
olağanüstü hal ilanı gerekmez mi?


Farkında mısınız,
Türkiye’de hemen her şeyin “olağanüstü hal” kapsamında olduğu kabul edilip yine her alanda sürekli “olağanüstü” bir şeyler yapılıyor da, her nedense “Bu ekonomide yaşanan olağanüstü hal” konusunda pek kimselerden çıt çıkmıyor.
Oysa “siyaset”i kazıdığınızda altından her zaman ekonomi çıkmaz mı, ne dersiniz?
Bilenler buna, evet doğrudur “çıkar” diyorsa ve de bu ikili her zaman altlı-üstlüyse;
Bu günlerde sıçrayarak yükselen döviz, duran yatırımlar, daralan pazar, artan işsizlik, dış ticaret açıkları, düşen milli gelir, yerinde sayan büyüme, geleceğe güvensizlikler… yani ekonominin şimdiki halleri siyaset hayatımızdan daha mı az “Olağanüstü?”
*
Kırk yıl öncesinden hazırlığına başlanıp 15 Temmuz’da patlatılan kalkışmanın “Emperyalizmin desteğinde” olduğu görülmesine karşın, hiç kimse bunu sadece bir siyasi hareket ya da bir dinsel cemaatin iktidar hevesi gibi sunmaya kalkmasın.
Bilinir ki; “emperyalizm” sırf laf olsun diye “falan ülkenin siyasi rejimi şu olsun”, “filan yerde iktidara şunlar otursun” demediği gibi, kimsenin dinsel inanç ya da hevesini desteklemek için de girmez bu işlerin içine…
Tek amacı kendi “emperyal”lerinin önünü açmaktır.
Kimdir o emperyaller?
Tabii ki henüz istedikleri kıvama getirip tam nemalanamadıkları ülkelerin ekonomilerini hedef alanlardır.
Daha vahşice kazançlar, daha fazla istismar, daha geniş pazarlar peşinde koşanlar; daha zayıf ve bağımlı hale getirdikleri ekonomileri tümüyle ele geçirebilmek için ellerinden geleni ardlarına koymayanlar…
-Birinci Dünya Savaşı’na neden girdiler bunlar?
-İstanbul Hükümetine Sevr’i neden dayattılar?
Osmanlı’yı paylaşmak için değil mi?
-Lozan’da en çok neye direndiler?
Daha önceden elde ettikleri kapitülasyonları yani ticari avantajlarını korumak için değil mi?
-O “Arap baharları” Ortadoğu’ya demokrasi getirmek için miydi acaba?
Oradaki rejimler bu gün hala şeriatla yönetilen gerici arap yönetimlerinden daha mı az demokratikti?
-O emperyaller acaba inançta sünnilere mi yakınlık duyuyorlardı yoksa şiilere mi?
Hiç biri değil tabii…
Sadece kendi ekonomik çıkarları için işlerine geleni destekliyor, karşı çıkanı alaşağı ediyor ya da bir şeyleri alaşağı edenlerin arkasında duruyorlardı.
*
Öyle ya da böyle; geçen o kırk yılda bütün bunları “fark etmedik”, “önemsemedik” ya da “önleyemedik”.
Her neyse…
Şimdi artık farkındayız ve durumu kurtarmak için “olağanüstü” tedbirler alma ihtiyacını duyuyoruz değil mi?
Peki, bu farkındalık “siyasette”” ve devletin üst yapısında” bu kadar “olağanüstü” önlemler alınmasını gerektiriyorsa, bu yapının temelini oluşturan ekonomide de hemen aynı keskinlikte tedbirler alınması, bir “ekonomik olağanüstü hal”in ilanı ve uygulaması gerekmez mi?
Emperyalizm bu ülkede kendi işine gelen başka başka bir şeyler yapmadı mı?
Yaptırmadı mı?
Her şeyleri bir dinsel görünümlü cemaatin girişimine mi bıraktı?
*
Denecektir ki; “İşte adamların işletmelerine el koyduk”
Adamlar içerde, mallar devlette ya da başkalarında…
Yetecek midir?
Türkiye üzerinde neredeyse başından bu yana emperyal emeller güdenler bu ülkeyi, daha doğrusu ekonomisini ele geçirmek için sadece birilerini şimdi el konan malların sahibi yapmak, birilerini iktidar vaadiyle örgütlemekle mi yetindilerdi ki?
Acaba ekonominin bu günkü “olağanüstü” durumunda onların o kırk yıllık hazırlıklarının, ince ayarlarının da payı yok mu?
Bu ülke ekonomisini ele geçirmek, zayıf ve muhtaç düşürmek için hiç mi çabalamadılar, hiç mi çarpıklıklar yaratmadılar?
Hep siyasete el attılar da işin temeli, alt yapısı olan ekonomiyi kendi haline mi bıraktılar?
Asla…
*
Misak-ı Milli, bizim ulusal toparlanışımızın ilk adımıdır şüphesiz.
Bilir misiniz, o Misak-ı Milli sadece sınırlarımızı çizmekle yetinmez, “Bağımsızlığımızı sınırlayacak ekonomik hiç bir antlaşma kabul edilemez” de der.
Yani ülkenin o emperyallerden kurtarılması için getirilmiş mali sınırlamalara, kapitülasyonlara, yabancılara verilmiş imtiyazlara karşı çıkar, “bizim başımızı yakan budur”, “artık asla olmayacak” der.
Büyük Kurtarıcı Mustafa Kemal, Lozan’da görüşmelerde restleşilip masanın devrildiği günlerde Türkiye üzerindeki ekonomik çıkarlarından vazgeçmeyen emperyaller için 17 Mart 1923’deki İzmir İktisat Kongresi açılışında şöyle der:
“Efendiler, görülüyor ki, bu kadar kesin ve yüksek bir askerî zaferden sonra bile bizi barışa kavuşmaktan engelleyen nedenler, doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir, iktisadî düşüncelerdir.
Çünkü bu devlet, bu millet iktisadî hâkimiyetini sağlarsa o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatamazlar.
İşte düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın, bir türlü rıza göstermedikleri budur.”
Ve şunu da ekler “… Gerçekten Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”
*
Demek ki bir işin içinde “emperyalizm” varsa, işin içinde mutlaka onun “ekonomi”si de vardır.
Bu yönünü ihmal ederseniz, yaşanan “olağanüstü” hali “siyasette” püskürtseniz de, eğer ekonomide es geçerseniz, gün gelir o emperyaller bir biçimde amaçlarına ulaşırlar.
-Türkiye, genç nesillerini çağdaş teknolojiyi kavrayabilecek biçimde yetiştirememekte, bu alanda gelişmiş ülkelerin düzeyinden hızla uzaklaşmaktadır.
-Tarım ve hayvancılığı ihmal edildiği için gıdada kendine yetememekte, günden güne dışarıya daha fazla bağımlılaşmaktadır.
-Küresel sermaye ve onun kurumlarının yönlendirmesiyle bu ekonominin ana damarlarını oluşturan pek çok sektör yabancı sermayeye teslim edilmiştir, kontrol altındadır.
-Finansal kurumlar, bankalar, sermaye yapılarından operasyon hacimlerine kadar yabancı ağırlıklıdır. Tüketimin finansmanı üretimin finansmanından cazip hale gelmiştir.
-Vergi politikası istihdamı ve üretimi baskılamakta, adaletsizlikler yaratmakta ve sistem sürekli tıkanmaktadır.
-Özelleştirme ve Yap/ İşlet/… politikaları dolayısıyla devlet, kendi ekonomisini düzenlemeye yarayacak pek çok enstrumanını elden kaçırmıştır.
-Dış ticaret dengesindeki açığı kapatmada önemli bir kaynak olan turizm şu anda şiddetle gerilemektedir.
-Kamu yönetiminde ciddi bir “yönetici” zaafı yaşanmaktadır.
-Ekonomide kapsamlı ve dinamik bir kalkınma modeline, sağlam stratejilere sahip olmak gerektiği halde “Planlama” gibi bir yöntem hafife alınmış, terk edilmiştir.
-Ve daha neler neler…
Sıradan insanından işadamına, günlük yaşamdaki huzurdan yatırım ortamına kadar daha neler neler eklenebilir bu yanlışlıklar üzerine…
Özetle, Türkiye eğer arkasında emperyallerin olduğu bazı kalkışmalara karşı her zaman için hazırlıklı olacaksa, o emperyallerin asıl faaliyet alanı ve hedefi olan “ekonomi” konusunda da; hatta özellikle bu konularda, aynen siyasette ve devlet yapılanmasında olduğu gibi olağanüstü düzenlemelere gitmek, bir an önce güçlenmek zorundadır.
Hele o “üst akıl”a, “işin gerisindeki güç”e “hodri meydan” demişseniz artık;
Ve de herkesin buna inanmasını istiyorsanız, bu güçlenme işi “piyasa”ya yani kendi haline bırakılamaz.
Karşımızdaki emperyaller her zaman büyük güçtür ve maalesef o “piyasa” doğası gereği sadece “güçlü”den yanadır.
“Ohal” de şimdi ekonomide yaşananlar da “Bu hal”de yaşananlar olmamalıdır.