Kendi sesinden başkasına tahammülü
olmayan para ve sessizliğin güzelliği



Karadenizliler için anlatılan fıkrayı bilirsiniz…
Hani, takımın amigosu taraftarlara maçta ne zaman ve nasıl tezahürat yapacaklarını sıkı sıkı tembihlerken “Hepiniz benim işaretime dikkat edeceksiniz uşaklar, ben elimi kaldırdığımda bağırın demek istiyorumdur, indirdiğimde “Sessizlik” demiş.
Maç başlamış, amigo kaldırmış ellerini bütün tribünler inliyor “ya ya ya şa şa şa falan…”
Gayet güzel…
İndirmiş elini, “şimdi de sessiz olun” anlamında… ama mesajı tersinden almış olan coşkulu seyirci hiç hız kesmeden stadı inletmeye devam ediyormuş::
“Sessizlük… Sessüzlük…”
Kıssadan hisse: Sessizliği iyi anlamak lazım.
Yoksa susulacak yerde bağırmak gibi büyük bir tersliğe düşebilir herkes..
*
Peki,İtalyanca “Sesssizlik” anlamına gelen “İl silenzio”yu bilir misiniz?
1965’de İtalyan trompetçiler Nini Rosso ve Guglielmo Brezza tarafından yazılmış.
Dinlediğinizde iliklerinize kadar işleyen müthiş bir müzik eseridir.
Şarkıcı Dalida bunu hakkını vererek söyler.
“İyi geceler aşkım,
Seni rüyalarımda göreceğim.
İyi geceler sana, şimdi uzaklarda olan... der.
İtalyanların “sessizlik” parçası “İl silenzio” da bazen Amerikalıların 1862 yılından bu yana çaldığı matem marşı “taps” ile karıştırılır.
*
Ekonomi, sermaye ya da finans olayında da “sessizlik” önemli farkındaysanız...
Orada da ne zaman bağırılacağını, ne zaman sessiz kalınacağını çok iyi bilmek gerekiyor.
Aksi takdirde, finans kesiminin istediği, sevdiği o “sessizlik” bir anda istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor.
Bu konuda en son hangi olayı yaşadık biliyor musunuz?
“Yastık altındaki dövizi bozdurun” kampanyasını...
Son zamanlarda giderek yükselen döviz fiyatları ya da “Türk lirasından dövize kaçış”a dur diyebilmek adına “Satın şu dövizlerinizi de fiyatı düşsün” kampanyası, şimdi ortaya çıkan Merkez Bankası verilerinden anlaşılıyor ki biraz ters tepmiş.
Gelen rakamlara göre, böyle bir kampanya bankalardaki dövizli mevduatı düşüreceği yerde 5 milyon dolar kadar da arttırdı.
Zaten hemen ertesi gün kurlar tekrar tırmanıverdi.
Demek ki kimi vatandaşların ve küçük işletmelerin televizyonlarda göstere göstere sattığı o dolarlar, “bozdurana bedava traş” “üç kap yemek bizden” türü gösterili fedakarlıklar sonucu, çoğu hisseleri yabancılara ait olan bankalara “sessizce” “dövizli mevduat artışı” olarak yansıdı.
Üstelik hangi koşullarda?
Tabii ki birileri elindekini satıp sadece bir an için fiyatı düşürürken o dövizlerin aynı anda bankalarca, döviz bürolarınca o ucuz fiyatlarla alınmasıyla.
Acaba “Ekonomi” tıpkı yukarıdaki maç tezahüratı fıkrasında olduğu gibi bu kampanyayı yanlış mı algılamış, vatandaşın kenardaki köşedeki üç beş doları da uygun fiyatlarla finans kesiminin eline mi geçmişti?
Sonrasında döviz fiyatları düşmediğine göre acaba hiç istenmediği halde dikkatler kurdaki gelişmelere çekilip vatandaşın dövizden beklentileri” bu kampanya ile sessizliğini bozmuş, kurdaki hareketlilikten kaynaklanan telaşlar ilgiyi artırmış, dövize yönelimi biraz daha mı gün yüzüne çıkmıştı?
*
Galiba biraz öyle…
Nedeni de şu: Siz ne kadar iyi niyetle önünü kesmek isteseniz de “ekonomi” ve dolayısıyla “para piyasası” kendi kanunlarına göre hareket ediyor.
Endişe ve telaşla üzerine gittiğinizde ise bundan “huylanıp” kaçış hareketini hızlandırıyor.
Hatırlayacaksınız, bir zamanlar özelleştirmeler dolayısıyla ülkeye akın akın giren yabancı sermayeye “adamlar her şeyimizi kontrol altına alıyor” diye karşı çıkanlar olunca, hükümetten “tabii ki bize yatırıma gelecekler, ne zararı var bunun” anlamında “Paranın dini imanı yok” yani “yabancıdan gelse ne fark eder” sözü de bunun için söylenmişti.
Dolayısıyla şimdiki hareketliliği de aynı anlayışla karşılamak gerekiyor.
“Para bu, gelir de gider de”. İmanı sorgulanamaz.
Evet, para hem kendi kanunlarına göre hareket ediyor, hem sizden hangi sesler gelirse gelsin o sadece kendi sesini dinliyor, para ticareti yapanlara da kendi sesini dinletiyor.
Bütün mesele, hakkında yüksek seslerle konuşmak yerine, gelmesinin ve ülkede yatırıma dönüşüp burada kalmasının, ekonomiye katkı sağlamasının koşullarını yaratabilmek.
*
İsterseniz yine, sadece paranın sesini dinleyenlerle ilgili bir başka fıkrayla bağlayalım bu konuyu:
Amerika’da finansın merkezi Manhattan’ın ünlü caddelerinden birinde, aralarında biri de Kızılderili asıllı olan birkaç arkadaş yemek sonrası kısa bir yürüyüş yapmaktadır.
Şehrin onca insan ve trafik gürültüsü arasında dolaşırlarken kızılderili olanı birden “şuradan bir ağustos böceği sesi geldi kulağıma” der.
Öbürleri “Yok canım” diye karşı çıkarlar. Hem buralarda olmaz, hem bu gürültüde nereden duyacaksın sesini, sana öyle gelmiştir”.
Oysa söylediği doğrudur, Kızılderili genç israr eder, sesi biraz daha dinler ve gidip bir ağacın dalında öten o böceği bulur.
Arkadaşları şaşırmıştır. Hayretle sorarlar:
“Müthiş bir kulağın olmalı, Nasıl fark ettin bunu?”
“Yok” der kızılderili. “Öyle sizinkinden çok farklı bir kulağım yok aslında. “Ama bunun nasıl olduğunu size gösterebilirim, şimdi beni takip edin”.
Tekrar kalabalık caddeye yönelirler.
Kızılderili, adeta koşturarak yürüyen kalabalığın arasına cebinden çıkardığı bir madeni parayı atar.
Para yerde yuvarlanırken bir de bakarlar ki o koşturan insanlardan pek çoğu paranın yuvarlandığı tarafa bakarak “acaba para mı düşürdüm” diye kendi ceplerini yokluyorlar.
Kızılderili arkadaşlarına döner, işin aslı bu der “herkes değer verdiği sesi duyar, onu hisseder”.
Ekonominin gerçekleri de öyle değil mi?
Bazen en güzel ses “sessizlik”
Ya da o güzel melodisiyle “İl silenzio”