Okuduğunu anlayamayan nesil ve “darlık içinde varlık” fonumuz



“Darlık”tan kurtulmayı ümid ederek “Varlık” Fonunu çıkardık malum.
Arkadan her türlü yetkiyi tek kişiye devrederek “demokratik”leşmede aşama kaydedeceğiz hele şunu millet bir onaylasın dedik, onay bekliyoruz.
Çok anlatıldı, kısmen de olsa okumuş ya da duymuşsunuzdur bunları.
Ama, hani söylenir ya “Bu daha başlangıç” diye…
Bu okunanlar var ya; bundan sonra “okunacak” çok şeyimiz olacağının habercisi aynen.
Eğer referandumda aklı selim galip gelip bu günlerde başlayan “gelişmeler” çok kısa zamanda bir “U” dönüşü ile sonlandırılamazsa durum sakat.
İşler şimdi bunların hepsine “evet” diyen ve diyecek olan sıkı taraftarlarınca bile hesap edilmeyen derecelerde ağır sonuçlara varabilecek.
Dileyelim ki Türkiye “henüz dünyada denenmemiş” ve dolayısıyla “meçhule giden” bu yolculuğa hiç çıkmasın, ya da yol yakınken derhal limanına geri dönülsün.
*
Türkiye bunları tartışırken, Dünya yeni bir dönem içinde hızla yol alıyor.
Gün geçmiyor ki yeni bir keşfi, yeni bir buluşu duyup “vay anasını adamlar neler yapıyor be” diyor olmayalım.
Bizim “bilgisayar”, “internet” “yazılım” diye tanıdığımız uygulamalarıyla “dijital çağ”, son yıllara kadar “olay budur” dediğimiz pek çok şeyin pabucunu dama attı. Onları bir anda eskitti ve o bildiğimiz dünya şimdi bir başka dünyaya dönüşüyor.
Çok söyleniyor ama bir kez de biz söyleyelim;
Merkezini 50 kişinin yönettiği bir cep telefonu şirketinin elindeki nakit parası 147 milyar dolarmış. Sektördeki üç diğer şirketle birlikte hesaplandığında bunlar 329 milyar dolar nakdi tutuyorlarmış ellerinde...
Bu rakam, yaklaşık Türkiye’nin toplam dış borcuna eşit biliyor musunuz?
“Neyle” yapmışlar peki bu kadar parayı?
“Yazılım” dediğimiz o elle tutulmayan, gözle görülmeyen “dijital teknoloji bilgisiyle”.
“Nasıl bir büyüklük yani?” Diyecek olanlara somut örnek verelim mi?
Örneğin, bir mevsim uğraşıp güç bela Rusya’ya bir Tır domates ihraç ettiğinizde bundan size temiz bin dolar kalıyorsa, adamların dört duvar arasında sadece yazılım üretip elde ettiği parayı siz ancak “329 milyon Tır dolusu domates” sattığınızda kazanabiliyorsunuz.
O kadar Tır nasıl bir manzara derseniz onu da söyleyelim:
Akıllara zarar; şöyle uç uca yola dizildiğinde 4,4 milyon kilometre uzunluğunda bir kafile.
Edirne’den Karsa kadar dizsen, memleketin boyunu tam 2.717 kere katlar.
Ekvator üzerine dizilse dünyayı 111 kere falan dolanıyor.
Diyelim ki sırf tarım yok ki, konfeksiyonda da iyiyiz dediniz, elbise üretip ihraç edeceksiniz. Piyasası elbise başına 50 doları geçmeyen bu işte kazancınız haydi en fazla 5 dolar olsa, bu dört şirketin elindeki parayı kazanabilmek için tam 65,8 milyar takım elbise dikip satmanız lazım. Ya da bir başka kıyaslamaya göre şu zamanda nüfusu 1,4 milyar olan Çinlilerin her birini 47’şer takım giydirerek.
Nasıl, bu işleri yaparak elin ekonomisiyle baş edebilir miyiz dersiniz?
Takdir sizin.
*
Ne zaman başladı bu dijital çağ?
Domates tarımından ya da tekstilden, konfeksiyonculuktan önce mi?
Ne gezer?
En fazla 1950’lerde falan daha “emekliyordu” bilgisayarcılık.
Peki hangi günlere denk gelir bizde başlangıç günleri?
Başbakan Adnan Menderes’in “Sadece millete mal olmuş ınkilâpları saklı tutacağız” diyerek milletin benimsemediğini(!) İleri sürdüğü, genç cumhuriyetimizin henüz tutunmaya çalışan devrimlerden geri adımlar atılacağını “ilan” ettiği günler....
-Kazandığı seçimden sadece 32 gün sonra (16 Haziran 1950’de), 32 yıllık Arapça ezan okunma yasağını kaldırdığı, İnsanların camiye kendi dilinde değil de anlamadıkları bir dilde çağrılmasını halka hizmetten, “demokrasiyi geliştirmekten” saydığı bir zaman;
-Arap harfleriyle eğitim yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki “yasaklamanın kaldırıldığı” (3 Aralık 1950’de ) yani bu işlerin “önünün açıldığı” devir...
O tarihlerde analar-babalar düşünmüş müdür acaba; “Çocuğu hangi mektepte okutsak daha bilgili olur” diye?
Ya da yeni hükümetin milli eğitim bakanına sormuşlar mıdır “bizim çocuklar büyüyünce ne olacak, hangi dalda yetişecek devri iktidarınızda” diye?
Sormuştur da “İlimde, fende çağdaş gelişmeleri izleyeceğiz” denmesi yerine “İmam hatip okullarının sayısını arttıracağız” cevabını mı almıştır ondan, şöyle gerine gerine?
"Anlaması şart değil, okusun ezberlesin sonra da ezberden okusun bu ona da bize de yeter" mi denmek istenmiştir?
Ondan sonra da bu iş dindar yurttaşlardan kolay oy devşirme aracı mı olmuştur?
*
Hadi bunlar tartışmalı konulardır diyelim bir an için...
Sonra ne oldu, yine de kalkındık mı?
OECD, 3 yılda bir yayımladığı ve ülkelerin eğitim sistemlerinin ölçüldüğü Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu’nu (PISA 2016) açıkladı:
Raporda Türkiye, 64 ülke arasında 45. Sırada yer aldı ve OECD ülkelerinin çok çok gerisinde kaldı.
-Matematikte 45’nciydi,
-Okuduğunu anlamada 37’nci
-Fen bilgisinde 41’nci.
Peki bu işlerde önde giden ülkeler hangileriydi?
Matematik dalında Şanghay (Çin), Singapur, Hong Kong (Çin) ve Kore..
Okuduğunu anlamada Şanghay, Hong Kong ve Kore
Bilimde; Şanghay, Estonya ve Hong Kong.
(Bu arada fen okur-yazarlığında: Birleşik Arap Emirlikleri, Moldovya, Bulgaristan, Arnavutluk'tan gerideyiz)
Bilim adamı, "Zeka değil, sistem ve yöntem sorunu var" diyor.
Yani konu eğitim politikası.
Ne dersiniz?
Bırakalım matematik, fen bilgisi gibi bu çağdaki “yaratıcılığın” ön şartlarını, olmazsa olmazını bir kenara;
Başkalarının kitabını yazdığını, size de lazım olacak diye öğretmek istediklerini öğrenebilmek için gerekli olan “Okuduğunu anlama”da bile 37. Sıralarda dolaşıyorsak, nasıl yetişecek bu ülke yazılım çağının dev adımlarla ilerleyen ülkelerine?
Okuduğunu doğru dürüst anlayamayan bu nesille “doğru yolu” nasıl seçebilecek bu millet?
Kazançta aranın giderek açılmakta olduğu besbelli.
Elin memleketi fazla fazla kazanıp bütçelerinden arttırdığı paralarla “varlık fonları” kurarken biz sadece yapacağımız borçlanmalara ipotek olsun, gerekirse kolayca satabilelim diye “Darlık fonu” kurarak nasıl boy ölçüşeceğiz, ölçüşmeyi de bırak bir kenara; peşlerini nasıl takip edebileceğiz karanlıklarda kaybolmadan?
Siz bu gidişe en kısa zamanda “Hayır” “Bitsin bu dönem artık” demekten başka yol görebiliyor musunuz?