Bu gerginlikte diasporadaki Türk olmak
ya da “dışarıdaki Türkler ne diyebilirler?”


“Diaspora”yı bilir misiniz?
Herhangi bir nedenle; ama en azından daha iyi bir yaşam kurabilmek için yurdundan dışarılara, başka ülkelere giden ve artık oralarda yaşayan kitleler için yapılan tanım.
Sözcük biraz yabancı gelebilir.
Örneğin “Almancı” desem çok kolay anlaşılır değil mi?
60’lı yıllarda Almanya ile başlayan; sonra giderek Fransa, Avusturya, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerine çalışmaya giden işçilerimiz ve şimdi artık “oralı” olan üçüncü nesilleri var ya…
İşte bizim “diaspora”mız tam da bu.
Oralardaki nüfusun Almanya’da yüzde 4,8’i Avusturya’da 3,6’sı Hollanda’da 2,3’ü Belçika’da 1,02’si İsviçre’de 1,1’i Danimarka’da 1,1’i ve İngiltere’de 0,8’i … falan.
Kimler olduklarını, nerelerden kopup oralara gittiklerini, o memleketlerin genel nüfusları içindeki oranlarını iyi biliyoruz, tamam.
Peki, o diasporaya Türkiye’den değil de “oralardan” bakıp hangi duygularla yüklü olduklarını düşündünüz mü hiç?
Haydi bir an için yumun gözlerinizi ve düşünün.
-Memlekete hasretsiniz ama bulunduğunuz ülkenin koşullarında yaşamak zorundasınız.
-Büyük bir olasılıkla patronunuz, iş arkadaşlarınız, ev sahibiniz, çocuğunuzun öğretmeni, komşular yabancı.
Belki gittiğiniz market bile…
-Peki, “memlekete ne zaman döneceksin” ya da “döner misin” diye sorulduğunda sanırım içiniz burkularak cevap veriyorsunuz: “Alıştık buralara artık, çocuklar burada doğdu, hem döndüğümüzde…” diyorsunuz değil mi?
Diaspora’yı oralara bir süre için gitmiş turist gibi düşünürseniz tam değerlendiremeyebilirsiniz.
“Diaspora”nın bir ayağı buradaysa diğer ayağı oralardadır.
Ve o iki ayağı birbirinde ayıralım derseniz ayıramazsınız kolay kolay; hiç bir vücudun iki bacağı bir birinden ayrılabilir mi?
*
Referandum çok önemli.
Her ne kadar bir ölçüde “oralı” olsalar da, diaspora için de öyle…
Tabii ki sandığın başına gittiğinde “memleket”in geleceği gelir gözlerinin önüne.
Ve tabii ki “kendisine yarayanı seçmeye” çalışır insanımız.
Ama hangisidir o “yarayan”?
Bu seçimde “kendisini” de koymaz mı “iş”in içinde?
Düşünecektir tabii…
Hele bir de ülkeler arasında adeta “kılıçların çekildiği” bir ortamda.
“Ya bendensin ya ondan” dendiğinde…
“Evet” mi?
“Hayır” mı?
Oralardaki günlük yaşamını düşünecektir,
Oralardaki işini, çocuğunun eğitimini düşünecektir.
Oralarda bu koşullar değişirse ne kadar tutunabileceğini düşünecektir.
Peki, gerginlikten güç alan bir “taraftarlık” onun tercihi olabilir mi?
*
“Diaspora” ne derseniz desin, böylesine keskinliklerin sürdürüldüğü durumlarda tavrını her zaman barıştan ve sakinlikten yana
koyacaktır.
Kavga diasporanın işine gelmez.
“Can” ile “Canan” arasında“ ya bendensin ya onlardan” gibi bir “tercih” onun yaşam koşullarına aykırıdır.
Biri doğduğu, diğeri doyduğu o iki ülkeyi birbirine “hasım” durumuna getiren koşullara asla gönlü razı olamaz.
Ve bu açıdan bakıldığında “Diasporamiz” bizim oralardaki “pazarlık gücümüz”den çok; iki ülke arasındaki iyi niyet elçilerimizdir.
Çünkü onlar ancak iki ülkeleri arasındaki diplomasi, iki ülke arasındaki ticaret iyi olduğu zaman sevinirler.
Neden mi?
Kötü ilişkiler bağları koparır, hayatı zorlaştırır.
Kötü ilişkiler aradaki ekonomik ilişkileri bozar da ondan.
Oralardan buralara, buralardan oralara yapılan ticaret bozulduğunda, bırakın uçakların kalkmamasını, geneldeki üretim ve istihdam daralmasını; bu ikili düzenlerden ekmek yiyen, sırf iki tarafı da bildiği için işe alınan çok geniş kitlelerin olduğunu; pek çok kişinin iki arada ticaret yaptığını, bu ilişkiler nedeniyle öte taraflarda Pazarlar bulabildiğini bir düşünsenize.
Hatta bırakın diasporayı bir kenara, kendisi orada ama yakınları buralarda olanları düşünün.
“Bırak oraları, meydan oku şunlara, bırak gel buralara” mı der onlar? Yoksa “aman bu gerginlik ne sana ne bize yaramaz mı?
Haydi bir de şöyle düşünüp bu konuyu daha iyi değerlendirmeye çalışalım:
Yıllardır Avrupa Birliğine gireceğiz, oralarda çalışma imkanlarımız olacak diye ümitlenen ve sırf bu beklentiler olduğu içindir ki, şimdiki politikacıların bir gün AB’ye “alınacağımız” üzerine politikalar ürettiği, -bırakalım Avrupalı olmayı bir kenara- aslında girmediğimiz, sadece biz girmeden de sizin kararlarınız uyarız dediğimiz- Gümrük Birliği için bile güpegündüz havai fişekler atıldığını bir düşünsenize.
Şimdi bir adım daha ileri gidelim;
Bu gün bir açıdan da insanların tercihini yansıtan “göç” ve yayılma arzusu ne taraftan ne tarafa doğrudur?
Tutun ki bir an için sınırlar kalktı ve isteyen istediği yere gidebilecek dendi.
Vatan sevgisi bambaşka ve hep gönüllerde yaşar ama böyle bir durumda kim ne taraf yönelir?
Bu yönelme duygusu kılıçları çekme tercihlerini mi besler, yoksa tam aksine ılımlı ve karşılıklı çıkarları dengeleyen, kavgacı olmayan, barışçıl tercihleri mi?
Yaşanan olaylar, diasporada ve onların buradaki yakınlarında bu tür endişeler yaratmışsa; bu durum onların bütün bunlardan farklı düşmüş, sadece bir devlet sistemi, bir anayasal düzenlemeyi tartışmak yerine, belki kendileri bile farkında olmadan konunun aslından yani asıl amaçtan uzaklaşmalarına yol açacaktır.
Ülkelerin çıkarları da diplomasileri de her zaman çatışabilir.
Yurttaşlar her zaman kendi yurtlarından yana tavır alırlar, bu gerçek.
Ama eğer bu “çatışma” tarafların o günlerde yoğunlaşan siyasi kampanyalarından ve ne bahasına olursa olsun bir biçimde “kazanma” gayretlerinden kaynaklanıyor gibi görünüyorsa;
Ya da en azından bu endişeleri akla getiriyorsa, yaşanan gerginlik üzerine yapılan bazı hesaplar beklenenden farklı çıkabilir.
Ha yanılıyor olabiliriz de tabii …
Örneğin diasporamız, “Kim oluyor bu Avrupa da, bunlara asla pabuç bırakmayız; biz de gider Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e, olmazsa Malezya’ya yerleşir oralarda daha da özgürlükçü yaşarız; Ticaretimizi orada ve onlarla yapar, oralarda çalışır, çocuklarımızı orada yetiştiririz, oralarda geleceğe daha umutlu bakarız, bu işi de asla yarım bırakmayız” derlerse.