Karnımız ne zaman ucuza doyar?

Nüfusu hızla artan,
gelir dağılımı çarpık
ve ekonomisi borca batık…

İşte böyle ülkelerin ekonomilerindeki alt gelir guruplarının yani “en alttakilerin” karınlarının doyurulması, insanların ve çocuklarının aç yatmamaları yaşamsal bir sorundur.
Ama kimileri o yoksullukları gidermek bir yana, “kullanmayı tercih ederek” bu güne kadar kendilerine siyasi çıkar sağlamayı dahi becerebilmişlerdir.
Önce açlığa mahkûm edip sonra o yoksul insanların koruyuculuğu rolünü oynamışlardır.
Bu ülkedeki çoğu kendi halindeki yurttaşımız, kendisine günde üç televizyon dizisini birden izletildiği, “cambaza bak” politikası güdüldüğü için de, uzunca bir süre bu duruma neden ve nasıl düştüğünü bile fark edememiştir.
Taa ki bir yere, açlık ve işsizlik bu şekilde unutturulamayacak, insanlar avutulamayacak boyutlara gelene kadar.
***
Bu günler, bu yaygın açlık ve yoksulluğun sadaka sistemiyle giderilemeyeceğinin artık geniş kitlelerce de anlaşıldığı ve bu tablonun yine o insanlarımız eliyle tersine döndürülmeye başlandığı günlerdir.
Sadece en alttakiler için mi?
“Çok şükür bu gün de karnımız doydu” diyebilen ama yarın ne olacağı sorulduğunda yüreğini bir endişe, yüzünü bir hüzün kaplayanlar için de.
Hatta hatta etrafa bakıp “biz yine iyiyiz” diyen ama kendisini yurt dışında tatil yapabilen batılı bir işçiyle, emekliyle kıyasladığında ona gıptayla bakan insanımız, zam istemeye cesaret edemeyen çalışanımız için de, elektrik-su faturasını posta kutusundan elleri titreyerek alan halkımız için de.
Açlık ve yoksulluk halkın en temel gıda maddelerini bile yeterince üretemeyen, dışarıdan temin etmek durumunda kalan ülkelerin yaşamak zorunda olduğu senaryodur.
Daha doğrusu bu durum, ekonomilerini kişisel çıkara dayalı tercihlerle kendisi üretmeyen, üreten yabancıların pazarı haline getirenlerin, sonunda bize yaşatacakları daha başından belli olan bir süreçtir.
Eğer küresel sermaye Dünya’da sürekli kendisine pazar olabilecek ülkeler arıyorsa,
Eğer birileri de “Yeter ki biz iktidar olalım, arkamızda kim olursa olsun, bizden ne isterse istesin, yeter ki iktidarımızı desteklesin” diyorsa, bu küresel kurtlar sofrasında ekonominizin üreten değil tüketen bir ekonomi olacağı, ekonomik gücün o yabancılara geçeceği, “liberal” yani “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düzeninin açık bir gerçeğidir.
Onlar “üretme” derlerse üretmezsiniz ama, insanlarınız yine de tüketmek zorundadırlar.
Gırtlakları men edemezsiniz.
Nüfusunuz gençtir, onları besleyeceksiniz.
Birilerinin “üretme” demelerinin anlamı “bize borçlanarak tüketmeye devam et” demektir.
Üretmeden tüketmenin matematik sonucu paranız yetmeyip borçlanarak da olsa yabancının ürettiğini tüketmektir. Bunun başka yolu yoktur.
Doğru mu?
***
Öyleyse şunu da kabul etmemiz gerekir:
Borca tüketirken bile karnınızı ucuza doyuramazsınız.
Buğdayınızı Amerikalı çiftçi üretiyorsa, ekmeğinizi kaç liraya yiyeceğiniz o Amerikan çiftçisinin yevmiyesinin kaç dolar olacağına, buğday ihracatçısının malının tonunu kaç dolardan satacağına bağlıdır.
Etinizi şimdi ucuza alacağınızı söyleseler de, yarın köfteyi kaça yiyeceğiniz Hollandalı ya da Alman besicinin bu işten kaç avro kazanması gerektiği düşüncesine bağlıdır.
Kullandığınız pamuğu Yunanistan üretiyorsa sırtınıza giyeceğiniz gömleğin fiyatı yunanlı işçinin pamuk tarlasında kaç avroya çalışmaya razı olduğuna göre belirlenecektir.
Kısacası, kendi üretmediğiniz her tüketim malının fiyatı onu üreten yabancı işçinin, onu satan yabancı ihracatçının ve onları kollayan kendi hükümetlerinin hangi fiyata evet diyeceğine göre belirlenecekse, hiçbir yerli hükümet çıkıp da -hele hele dar gelirlilere- size ucuzluk vaad ediyorum, sizin karnınızı doyuracak kadar kazanç sağlayacağım diyemez.
Sağlayabileceği kazanç sadece ulusal ekonomimizin üretimden sağlayacağı kazançla sınırlıdır, ama tüketeceğiniz malın fiyatı ya da harcamalarınız, “tamamen” başka ekonomilerin bu işten beklediği kazanca bağlıdır.
Keza bunu diyecek olanın, örneğin
İnsanların karnını sadece ekmekle doyuracaksa buğday üretimini,
Pirinçle doyuracaksa pirinç, etle doyuracaksa et üretimini bu ülkenin bütün insanlarına yetecek, dışarıdan ithal etmek zorunda bırakmayacak üretim düzeyine çıkarması lazımdır.
Yenileni içileni kendiniz üretirseniz karnınızın kaça doyacağı ne yabancının üretim maliyetine, ne onların kazanç beklentisine bağlıdır ve ne de bunları satın alabilmeniz için bulacağınız kredinin maliyeti sizi zorlayabilecektir…
Kendiniz üretir kendiniz tüketirsiniz, kendi yurttaşınız harcar kendi yurttaşınıza kazandırırsınız
***
Türkiye’de, özellikle alt gelir guruplarının geçim sorununun çözümü için öncelikle bu ülkenin gıda maddelerinin üretim-tüketim dengesinin kurulması gerekir.
Bu denge, ilk aşamada insanların geçimlerini doğrudan ucuzlatacak, geçim maliyetlerindeki ucuzlama ise giderek hizmet ve sanayi sektörünün her kademesindeki iş gücünün ucuzlamasını ve nihayet tüm üretimlerimizdeki satılan mal maliyetlerini düşürerek iç ve dış pazar üstünlüğümüzü sağlayacaktır.
Son olarak:
Üretmeyen bir ülkede kimsenin karnını ucuza doyurması mümkün değildir.
Üretmeyen ülke, ancak başkalarının karnını doyuran, fakat kendi yurttaşını aç yatırmaya mahkum olan ülkedir.
Bu böyle gelmiştir, gereken yapılmazsa yine böyle de gider.