Kimi zaman böyle güzel havalar da mahveder insanları



Şair Orhan Veli, o oldukça alçak gönüllü diliyle ne de güzel anlatır kendi halini…
Okumuş olmalısınız:
“Beni böyle güzel havalar mahvetti” der ve sonra sıralar başına gelenleri:

“Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden”

Biz de şimdi aynı yumuşak dille girelim asıl konumuza:

Türkiye, bugün geldiği noktadan dolayı o kadar sıkıntılı ve öyle bir arayış içerisine girdi ki; ortada Anayasa’yı yeniden yazmaktan hemen her şeyi sil baştan yapmaya kadar her türlü arayış kol geziyor.
Gezsin tabii…
İnsanların ve kurumların her gün daha iyiyi aramaya, bu konuda fikir geliştirmeye çalışıp çabalamasından daha yararlı bir şey olabilir mi?
Olamaz şüphesiz.

Ama siz eğer işin yeni bir Anayasa yazmayı gerektirecek kadar kapsamlı değişiklikler gerektirdiğini düşünüyorsanız, şu yukarıda çok da yararlı olacağını söylediğimiz değişiklik arayışlarının öyle birbirinden kopuk, birini yaparken diğerini bozabilecek gibi tek açıdan olmaması gerekiyor.
Çünkü ekonomik düzen de her düzen gibi kendi içindeki alt düzenlerle de uyumlu olması gereken bir bütündür.
Yani bir şeyleri iyileştireyim, çıtasını daha yükseğe koyayım derseniz ve yapmak istediklerinizin etkilerini hesaplayamazsanız, bir başka şeyi bozabilir hatta istemeden batırabilirsiniz.
Bu iş, hani tuzsuz bibersiz yemek çok tatsızdır da, ne kadar tuz biber koyarsam tadı o kadar artar gibi bir mantıkla onu yenmeyecek hale getirmek gibi de düşünülebilir.

Şimdi burada asgari ücret üzerindeki tek yanlı değerlendirmelerden söz edeceğim.

Bilirsiniz; ekonomi kendi içerisinde bir bütündür.
O bütünün içerisinde irili ufaklı ve neredeyse binlerce dişli ya da çark, aynen mekanik saatlerde olduğu gibi her hareketinde birbirini etkiler.
Bu nedenle de çıkıp “şu çark daha hızlı dönsün” “bu çarkı şimdilik bir kenara alalım” diye birbirinden kopuk işleyişler öneren görüşlerin yarardan çok zararı vardır.

Nitekim, şimdiki sıkıntıların başında bu söylediğimiz bakış açısı gelmektedir.
Örneğin “herkese yetecek kadar para basalım” derseniz paranızın değeri düşer, enflasyon olur.
“Fiyatları denetleyelim, düşürelim” derseniz üretim durur.
“Herkes ucuz araba, petrol kullansın” derseniz eldeki döviziniz yetmez, daha çok borçlanırsınız” falan…

Bunlardan biri de şu sıkça gündeme gelen “asgari ücret” konusudur.
Kendinizi göre bir şirinlik yapmak, ne kadar da emek dostu olduğunuz görüntüsü vermek mi istiyorsunuz? Çıkarsınız yüksekçe bir yere başlarsınız anlatmaya: “Asgari ücret şu kadar olsun, insanlar rahat geçinebilsinler”

Ne güzel, kulağa ne kadar hoş gelebilecek gibi görünüyor değil mi?
Üstelik bayağı da “halkçı” bir tavır.

Ama ne yazık ki, şu ekonomi kitabının sadece bir bölümünü çalışmak, “biz sınavda buradan sorumluyuz” diyerek doğruya ulaşıp onu söylemek mümkün değil; o kitabın tamamını okumuş olmak ve kapsamlı bir bakış açısıyla söylemek gerekiyor bu işleri.

Biz de emek dostuyuz ya; diyelim ki şimdi 5 bin lira olan asgari ücretleri diğer şartlar aynı olduğu halde tuttuk 15 bin lira yaptık.

Şimdi düşünelim bakalım:
100 kişinin çalıştığı konfeksiyon atölyesinde çalışan herkese asgari ücretten 5’er bin lira ödüyor ve işi ancak döndürüyorduk. Üstelik 10 milyon kişinin boşta gezdiği ülkemizde bunlardan 50 kişisi de bizim kapının önünde işe alınabilmek için sıraya girmişti.

İktidar bu ya, emek dostçuluğu tuttu ve atölyenin patronuna “Bundan sonra çalışanlarına 5 değil 15 bin lira asgari ücret vereceksin, bak ben mazeret tanımam işçi dostuyum dedi.

Ne olur?
1.Türkiye’de ürettiğiniz gömlekleri artan asgari ücret dolayısıyla artık daha fazlaya mal ettiğinizi ileri sürerek “ben de bunları 5 değil 10 liraya satacağım” diyemezsiniz, çünkü ya artık piyasada o fiyata alacak müşteri bulamazsınız, ya dışarıdan ithal gelen ürün daha ucuz olduğu için piyasayı ithalatçıya ve yabancılara kaptırırsınız. Hele ihracata çalışıyorsanız o da durur. Çünkü ihraç fiyatları dünya piyasasında oluştuğu için el alem o malı sizden almaz gider daha ucuz satandan alır. Sonuçta satamazsınız.

2.İşçilerinizi bir telaş alır, kapıda iş bekleyenler zaten umutsuzca dağılmışlardır. Atölye bu fiyattan ürettiğini satamayacağı için içeriye mecburen yevmiyeleri ödeyemeyeceğinizi, olmazsa işi bırakacağınızı söylersiniz. Hoş yaradana sığınıp yevmiyeyi ödeyecek olsanız elektrik faturasını ödeyemez, kumaşçıya “Allah bana ben sana” dersiniz”. Tıkanırsınız.

3.Eğer her şeye rağmen riske girmek isterseniz, eldeki parayla dönebilmek için işçilerden yarısını bordrodan, bir çeyreğini de doğrudan işten çıkarır “dur bakalım” dersiniz. Dur bakalım, belki böyle yaparak biraz daha ayakta kalabiliriz.

4.O da olmadı, atölyeyi kapatır makineleri satar kalan son parayı da dövize yatırır, atölyedeki 100 kişiyi kaderine terketmek zorunda kalıp kendinizi kurtarmaya çalışırsınız.

Haa, bir de o sözümona “emek dostu” öneri sahibinin kulaklarını çınlatırsınız; “Ne iyi etti de bunu akıl etti” diye.

Şimdi özetleyelim:
Piyasa ekonomisinde ücretler, bu ekonomideki emek arz ve talebine ve bunların karşılaşmasıyla piyasada oluşan fiyat düzeyine göre belirir ve öyle de olmalıdır.
Ekonomi batarken işçi ücretleri artsın derseniz size “Peki nasıl artsın?” diye sorulacaktır.
Eğer bu soruya cevap veremiyorsanız hiç sesinizi çıkarmayın, bunu bilenlere bırakın daha iyi.

Türkiye ekonomisindeki asgari ücretin artmasını isteyenler her şeyden önce bu ülkede daha iyi bir hukuk düzeninin, daha istikrarlı bir siyasetin, daha iyi bir yatırım ortamının, daha çok işverenin olması, daha geniş dış pazarlar bulunması için yapılacaklar üzerine çalışmalıdır.
Çünkü ücretler hiçbir zaman hükümet kararnamesiyle artmaz. Artacaksa, o artacak olan ancak devlet memurlarının maaşlarıdır ki, galiba birileri bu iki durumu birbirine karıştırmaktan dolayı yanlışa düşerler. Yoksa bir bakkal dükkânı işleten bile bu konuda hata yapmaz.

Bazı “hava”lar iyidir, hoştur ama; şairin dediği gibi bazen de bizi bu havalar mahvedebilir, bu havalarda kaybedebiliriz iyi kötü yürüyen işimizi de.

Şimdi önümüzdeki sınav budur:
Sorular sadece “Asgari ücret kaç lira olsa hoş olur?” bölümünden değil, ekonomi kitabının bütün bölümlerinden çıkacaktır.
Bu günlerde başarıyla çıkmamız gereken büyük sınavda ekonominin bütününden; üretimin artmasından, işsizliğin önlenmesinden, dış ticaret açığının kapanmasından, dövize olan ihtiyacı azaltmaktan, sermaye birikiminden, bütçe açıklarından ve ekonomideki bu kötüye gidişin tersine çevrilmesine kadar daha pek çok şeyin topundan sorumluyuz unutmayın.