Taşeron sistemi neden ortadan kaldırılmalı?

Düşünebiliyor musunuz:
Belediye binasında masası var, çalışıyor.
Fısıltıyla, biraz da konuyu deşmek için sordum kendisine:
Memur musun işçi mi?
-Burada çalışıyorum ama maaşımı şirketten alıyorum.
Nasıl yani?
-Biz taşeron şirketinin elemanıyız, burada çalışıp orada görünüyoruz.
Hangi taşeron şirket?
Çöp toplama hizmeti veriyor galiba, adresi Fatih tarafında bir yerdeymiş…
Anlayamadım, nasıl oluyor da adresini bile bilmediğin bir şirkette sözde çalışıyor görünüp aslında buranın elemanı oluyorsun?
-(Sıkılaraktan) Bilmiyorum, kanun öyle herhalde!
***
Belediyelerde mutlaka “takdire bağlı” istihdam olayları vardır.
Torpillidir işe alınmıştır,
Mağdurdur işe alınmıştır,
Kadroda yeri olmayan bir hizmeti vardır işe alınmıştır,
Falan filan…
Bütün bunları, o belediyenin karar ve denetim organı olan meclisinin
belde halkının güvenini kazanarak göreve getirilmiş başkanının, kendi seçmenine açıklaması gereken konular olarak kabul edip şimdilik bir kenara bırakalım ve işin “kurumsal” tarafına bakalım.
***
Mevzuatta, bir belediyenin kaç kişiyi hangi kadrolarında istihdam edeceği yani işe koyacağı “Norm kadro” denen düzenlemelere bağlıdır.
Bu düzenlemeye göre, örneğin(A5) sınıfındaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi 9804 memur, 5882 sürekli işçi çalıştırabilir. Bunun yanı sıra bir de, küçük bir kısmı sanatçı olan sözleşmeli personeli vardır.
Doğrudan İçişleri Bakanlığınca belirlenen bu kadrolar yeterli midir?
Başkan her istediğine kadro açıp onu işe alabilir mi?
Norm kadro uygulamasına göre alamaz.
Alamayınca da işe koymak istediği elemanları, ilk çözüm olarak belediye şirketlerine aldırtır.
Belediye şirketleri önce bir ihale kazanır(!), ihaleyi alan şirketin adama ihtiyacı(!) olur.
O da yetmezse ihale ile iş verdiği taşeron şirketlerde istediğini işe sokar.
Bu taşeron şirketler doğrudan belediyenin değil, belediye şirketlerinin taşeronları da olabilir.
Hatta hatta şimdi yeni bir buluşla (!) “belediye şirketlerinin iştiraklerinin” taşeronları da olabilir.
Ama iş ticaret şirketi formülüne sardırıldıkça da keyfilik başlar.

Buralarda kimin çalışıp kimin çalışmadığını takip edebilmek, anlamak ve soruşturmak mümkün değildir. Çünkü sorduğunuzda size bilgiççe “Bunlar ticaret şirketidir, kendi yönetimleri ne isterse onu yapar,biz karışamayız,bu kadarını da mı bilmiyorsunuz? ” deyip akılları sıra bir de ticaret hukuku dersi vermeye kalkarlar.
Bunu bir kenara bırakalım.

Tek işi gidip ayda bir bankamatikten maaş çekmek olanlar böylece diğerlerinin arasında kaynar gider.
***
Bizim asıl üzerinde durduğumuz, bu zincirleme cambazlıklı ve sap ile samanın birbirine karıştığı sistemde alnının teriyle hayatını kazanmak isteyenlerin düşürüldüğü kötü durumdur.
Bu yöntemle çalışana da çalışmayana da para ödendiğinden iş belediye kaynaklarının “talan” edilmesine açıktır.
Talana açık olan sistemlerde, durumun biraz gizlenebilmesi ve bankamatik çalışanlarının aldığı maaşların aynı çanaktan ödenebilmesi için mecburen gerçek çalışanların maaşları olması gerekenden düşüktür kıdem tazminatları, sosyal hakları gümbürtüye gitmek zorundadır.

Taşeron eliyle çalıştırılan emekçi, hiçbir zaman sürekli bir işi olduğu güvencesini bulamaz.
Her zaman için, “kapısını bile bilmediği” şirketin kapısının önüne konabilir.
Onun iş güvencesi olsa olsa şirketin belediye ile yaptığı birkaç yıllık sözleşme ile sınırlıdır.
Onun iş güvencesi olsa olsa patronunun belediye ile, kendisinin patronun siyasi görüşleri ile olan uyumuna bağlıdır.
Patronun hanımı türbanlıysa, o da hür iradesiyle(!) türbana girer.
Patron sakallıysa, o da kişisel tercihiyle(!) sakal bırakır.
Nasıl yapmasın ki? Geride aynı işi gözleyen on milyon işsiz vardır.
Sonuçta bu yakınlıklar her zaman için belirli bir siyasi baskı, biat ilişkisi yaratır.

Her an son bulabilecek bu işlerde gerçekten çalıştırılanların hali içler acısıdır.
Onların kendileri bile farkında olmadan sık sık şirketleri değişir.
Onların işverenleri bile belli değildir.
Onlar sendikalı olamazlar
Onlar İşe güvenip evlenemezler,
Evlerine, taşeron sözleşmesinden uzun vadeli taksitlerle eşya alamazlar,
Tüketici kredisi kullanamazlar.
Onlar hiçbir zaman çocuklarını paralı bir okula, kreşe bile yazdıramazlar.
Sonunda işsizlik ve icraya düşmek varsa o rezilliği kim göze alabilir ki?
***
Fısıltıyla sorduğum sorularıma Ondan yine fısıltıyla aldığım cevap çok doğru aslında:
“herhalde” “Kanun öyle”
Çünkü “5393 sayılı Belediye Kanununun "Norm kadro ve personel istihdamı" başlıklı 49. Maddesi, belediyelerin hizmetlerini kendi elemanlarıyla görmeleri yerine piyasaya yaptırmalarını, bu işlerin ticarileşmesini öngörüyor.
Belediyelerde çalışanların, bu kurumun bir parçası değil de elektrik, su, demir, çimento, asfalt, kırtasiye gibi sadece bir “üretim girdisi” olduğunu kabul ediyor.
Bu “ticari işlerde” işçiliğin maliyetini piyasa elverdiğince düşürmeyi amaçlıyor.
Yani “sen ve senin gibilerin emeği şu anda piyasada kaç para ediyor ki” diye soruyor.

***
Bakın 22.4.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2006/9809 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 17.Maddesinde bu işin esası nasıl açıklanıyor:
“Memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi zorunlu olmayan hizmetlerin hizmet satın alma yoluyla karşılanması esastır.”

Bana fısıltıyla “kanun öyle herhalde” diyen taşeron işçi belki hayatında bu hükmü hiç okumadı ama durumu sezgisiyle kavramış:
Gerçekten kanuna göre işin esası öyle.
Dolayısıyla, o kanunun çıkmasını sağlayanların esas düşünceleri de.

Onlar işine güvenmesin,
Onlar patronuna güvenmesin,
Onların iş güvenliği olmasın,
Onlar hep korkak, çekingen ve edilgen olsunlar.
Onlar o gün “piyasalarda” kaç para ediyorsa değerleri o olsun!

Şimdi söyleyin bakalım:
Bir sosyal demokrat iktidarda da “kanun” yine böyle mi olsun?