O gökdeleni diksem de başına

“Bu taşındır diyerek o gökdeleni diksem de başına…
Yine bir karşılık verdim diyemem senin yaptıklarına”


Allah selamet versin…
İstanbul’a Levent’teki eski İETT Garajının bulunduğu alana Dubai Towers’i diktiremeyip bu hevesleri kursağında kalanlar bu kez Ali Sami Yen Stadının olduğu yere İstanbul’un en yüksek binasını diktirmeye kararlı görünüyorlar.

Toplu Konut İdaresi Başkanı Bayraktar, buraya yapılacak bina için “yükseklik serbest, alan şirket buraya İstanbul’un en yüksek binasını yapabilir” anlamında demeçler vermiş.

Diğer taraftan, The Economist/Inteligence Unit'e yaptırılan ve sonuçları 8 Aralık 2009 tarihinde Kopenhag’da açıklanan Avrupa’nın Yeşil Şehirleri Sıralamasının (Green City Index) genel değerlendirmesinde İstanbul 30 Avrupa şehri arasında ancak 25'inci sırada yer alabilmiş.
İstanbul Avrupa’da, binaların enerji kullanımında 28'inci, çevre yönetimi konusunda ise 29'uncu sırada görünüyor.
Utandım.
(Raporun orijinalini görmek ve daha fazla bilgilenmek isteyenler için: http://www.siemens.com/entry/cc/features/urbanization_development/all/en/pdf/report_en.pdf )

Bilirsiniz bizde bir laf vardır: En geride kalana, biraz da dalga geçmek kabilinden“sondan birinci” derler..
Çevre yönetiminde İstanbul, sondan birinciliği kime kaptırmış bilemeyiz ama maalesef bu yönetimin elindeki derecesi şu anda: “sondan ikincilik”

Bir şehrin çevre yönetiminin başarılı olabilmesi, her şeyden önce halkın bu amaçla hareket etmesine bağlıdır deniyor. Galiba doğru. İstanbul’un bu konularda sondan ikinci olmasında kabahatin bir kısmı seçilmiş yöneticilerde ise, kalanı da bizde. Öyle ya, sen gel her tarafı beton yığınına dönmüş bir Şişli-Mecidiyeköy bölgesine önce kendi tabelasındaki yazıdan öğrenildiğine göre kale gibi “Avrupanın en büyük Adliye Sarayı”nı kondur, sonra dön, o koca stadyumun yerine daha kocamanı olan İstanbul’un en yüksek binasını yaptıracağım de, buna bir “kamu kurumu” olarak imkan sağla, sonra kimsenin sesi çıkmasın.

Acaba bu işte kazın ayağı öyle mi?

Orada yaşayan adamlar hayatı boyunca gününün yirmi dört saatinde egzos gazı solusun,
Orada çalışan esnafı, personeli günün on iki saatinde mazot koklasın, genzi yansın, kulakları sağırlaşırcasına trafik uğultusu dinlesin,
Oradaki yolcu 500 metrelik yolu trafikte kırk beş dakikada ve her seferinde “cenk ederek” geçsin,
İnsanlarımız o Avrupa yirmi beşincisi İstanbul’un kendi içerisinde de şampiyonu olan bölgesinin en yoğun taşlaşması içinde boğulsunlar,
Sonra sen kalk bir de öğünerek “Arsayı satın alan buraya İstanbul’un en yüksek binasını yapabilir” de.

Yapabilir mi gerçekten?
Yani şimdi o toz duman içinde sağlıklı bir yaşam sürdürme şansı kaybolan; çocuklarının körpe ciğerleri egzos dumanıyla kavrulan Şişli halkı, bunların hepsinin üzerine bir de tüy diktirir gibi en yüksek binayı diktirir mi sana acaba?
O tüyü dikebilir misin?

Bu bölgeyi Şişli halkıyla birlikte paylaşan, iki yaka arasında mekik dokurken yolu Mecidiyeköy’den geçen İstanbul halkı acaba sizin o klasikleşmiş kovboy filminin adındaki gibi “Birkaç dolar için – For a few dollars more” para tamahkârlığıyla yapılan böyle bir yanlışa tepkisiz kalabilir mi?
Para her zaman kazanılır ama orada sadece Şişli’ye değil, tüm İstanbul’a gerekli 34.640 metrekarelik koca bir yeşil alan bir daha kazanılabilir mi?

Böyle yapıp da “çevre yönetimi” sıralamasında bu kez de o Avrupalı otuz şehir içindeki yirmi dokuzunculuğu da başkasına kaptırmanıza rıza gösterebilir mi?

“Gösterir, gösterir; biz Kültür Başkenti karşılamasında olduğu gibi birkaç bin balon şişirtir, beş on bin havai fişek attırır, üzerine birkaç konserle boğuntuya getirir bu işi de bir gecede bitiririz” derseniz, biz de “hadi bakalım” deriz.
Hadi bakalım.